Yıldırım Oğlan ( Iroquois Efsaneleri )
Bu efsane, uzun zaman önce Saint-Laurent’nin bir adasında geçmiştir. Bu ada, Atwesasne’lı Mohawklar tarafından Tekatarenne (dat-kaht-dah-Lehn-lay) olarak adlandırılır; ve Saint-Regis nehrinin Saint-Laurent ile kesiştiği yerin tam karşısında bulunmaktadır.
Bu hikaye, bundan birçok yaz önce gerçekleşmiştir (geriye doğru dönmüş oklara bakınız)
Çok zaman önce bir adam, karısı ve kızı bu adada yalnız yaşıyormuş.
Mısır, fasulye ve kabak yetiştirdikleri bir bahçeleri varmış. Bir gün, bahçede çalışırken, gökyüzü kararmış.
Kara bulutlara doğru baktığında,
Baba, koşmaya başlamaları
Ve eve gitmelerinin iyi olacağını, yoksa yağmura yakalanacaklarını söylemiş.
Anne, tarlanın öbür tarafında çalışan kızını çağırmış. Ona çalışmayı bırakmasını ve çabucak eve dönmesini söylemiş.
Adam ve kadın evlerine doğru koşmuş. Henüz yolun yarısına varmamışlar ki, fırtına onları yakalamış. Üzerlerine sağanak yağıyor, şimşekler gökyüzünü aydınlatıyor ve gök gürlüyormuş.
Eve girdikten sonra, adam ve karısı kızlarını beklemiş. Kızlarının onları takip etmiş olduğunu düşünmüşler. “Fırtına onu yakalayınca mutlaka ormanda sığınacak bir yer aramıştır” demiş anne. Anne baba kızlarını beklemiş ama nafile.
Fırtınadan sonra anne ve baba tarlaya geri dönmüş. Bütün adayı aramış, ancak kızlarından hiçbir iz bulamamış. Sürekli seslenmiş ama hiçbir yanıt alamamışlar.
Üzgün bir şekilde evlerine dönmüşler. Anne, “Yıldırım Halkı onu götürdü” demiş ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamış.
Fırtınanın geldiği sırada genç kız, bahçede çalışmakla meşgulmüş.
Bulutların hızla toplandığını görünce ve ailesinin ona eve dönmesini söylediklerini duyunca, çapasını bırakıp onlara doğru gitmiş.
Aniden, kendisini kalın bir sise benzeyen bir şeyle çevrilmiş bulmuş. Başı dönüyormuş ve kendisine neler olduğunu anlayamadan gökyüzüne doğru sürüklendiğini hissetmiş. Tamamen sersemlemiş bir şekilde, hızla yeryüzünün üstüne sürüklenmiş.
Bir süre sonra genç kız, kendisini yabancı bir ülkede bulmuş. Daha önce hiç böyle bir şey görmemiş. Onu götüren, küçük bir adammış.
Kurul Evi olan uzun bir eve varıncaya dek adam, kızı ülke içinden geçirmiş.
Bu evin içine girildiğinde, ona dikkatlice bakan, bir o kadar değişik sayıda başka küçük adamlar görmüş. Evin bir ucunda tüm bu küçük adamların şefi gibi görünen bir adam duruyormuş.
Bu küçük şef, genç kızı ve ona refakat edeni görünce çok sinirlendi. “Oğlum” dedi, “neden bu dünyalıyı ülkemize getirdin?”
Oğul yanıtladı, “Baba, onu bir tarlada çalışırken gördüm ve ona aşık oldum. Onu istiyordum, bu yüzden onu alıp getirdim”.
O zaman şef şöyle konuştu: “Onu Yeryüzünde bırakmalıydın. Onun yaşam biçimi bizimkinden farklı. Bizim gibi ne salyangoz ne de solucan yer”.
Şöyle devam etti: “Eğer onu gerçekten burada tutmak istiyorsan, yeryüzüne gidip ona dünyadan yiyecek getirmen gerekecek. Ratiweraslar (lah-dee-WAY-lahs), Yıldırım Halkı, Yeryüzünde Yaşayanlar gibi yaşayamaz”.
Oğlan bunu kabul etti. Her gün karısına yiyecek getirmek için yeryüzüne gidiyordu.
Bir yıl boyunca genç kız Yıldırım Halkı’nın ülkesinde yaşadı. Kocası ona her istediğini veriyordu ve çok çok mutluydu. Her ne kadar ailesini düşündüğü olsa da hiçbir zaman kendisini yalnız hissetmedi.
Bir gün, Yıldırım Halkı’nın Şefi ona şöyle dedi: “Kızım, yakında bir oğlan çocuğu dünyaya getireceksin. Bu çocuğun bu ülkede doğması uygun olmaz. Tekaterenne Adası’ndaki eski evine dönmelisin. Ama bir konuda seni uyarmalıyım: oğlun doğduğu zaman ona çok iyi bak. Oğluna yaklaşacak olan herkesi uyarmalısın, ona asla vurulmaması gerekiyor. Eğer biri ona vurursa onu kaybedersin!”
Aniden yine kalın bir sis tabakasıyla çevrildi etrafı. Zihni karardı. Yeniden hızla evrende yolculuk ettiğini hissetti.
Ona çok kısa gibi gelen bir süre sonra gözlerini açtı ve şaşkınlıkla kendisini adada, annesinin evinin önünde buldu.
Genç kızın annesi ve babası onu tekrar gördüklerine çok mutlu oldu. Çok uzun zamandır onu yeniden bulma umutlarını kaybetmişlerdi. Genç kız ilginç hikayesini anlattı ve yakında bir oğlan çocuğu dünyaya getireceğini söyledi.
Yıldırım şefin kehaneti gerçekleşti: beklenen zamanda genç kız, bir oğlan çocuğu dünyaya getirdi.
Bu oğlan, dünyalı bir çocuktan daha küçüktü ve birçok yönden davranışları sıradan bir çocuğunkinden farklıydı.
Ne zaman bir fırtına adaya yaklaşsa, heyecanlanıyordu. Fırtınada koşuyor, gülüyor ve hoplayıp zırlıyordu.
O vakitlerde, sanki daha sık gök gürlüyordu. Kocaman şimşekler gökleri aydınlatıyordu.
Çocuğun fırtınada koşması büyükannenin hoşuna gitmiyordu.
Ne zaman bir fırtınanın belirtileri başlasa, onu kulübeye kapatmaya çalışıyor, ama bütün çabalarına rağmen, çocuk ne yapıp edip kaçmayı başarıyordu.
Bir gün, fırtınanın koptuğu bir sırada, oğlanı kulübeye kapattı.
Onu azarladı ve fırtınada dışarı çıkmasını yasakladı. Oğlan çok kızdı. Bulduğu her şeyi yere atarak kulübede koşmaya başladı. Korkunç bir öfkeye kapılmıştı.
Büyükanne bu kötü davranışa son vermesini ve oturmasını emretti. Ama oğlan daha fazla tepinmeye başladı.
Oğlan kızdığı zaman, uzaktaki bir Yıldırımınki gibi, anlaşılmaz sesler bedeninden yayılıyor gibiydi. Ne kadar çok sinirlenirse, yıldırımın sesi de o kadar şiddetli oluyordu. Büyükannesi bu gürültüye son vermesini söyledi. Öfkesinden eline geçen her şeyi parçalamaya devam etti.
Yaşlı kadın kendini kaybetti. Bir sopa alarak oğlanın bacaklarına sertçe vurdu.
O anda birdenbire, kör edici bir şimşeğin arkasından devasa bir gök gürültüsü oldu. Oda yoğun bir dumanla kaplandı.
Yaşlı kadın, korkudan titreyerek kulübesinin bir köşesine çömeldi. Duman dağıldığında, oğlan yok olmuştu.
Uzaklardan Şimşek’in gitgide hafifleyen sesi duyulabiliyordu.
Oğlanın annesi kulübeye döndüğünde şöyle dedi: “Oğluma vurdun. Babası Yıldırım Halkı ülkesinde yaşaması için onu alıp götürdü. Onu bir daha asla göremeyeceğiz”.
Yıldırım Oğlan yarı Kızılderili olduğu için Yıldırım Halkı da Kızılderililerin dostu ve onlara sorun çıkarmıyor. İlkbaharın başlarında, ilk fırtına zamanında, ateşte Gerçek Tütünün yakılmasının Yıldırım Halkı’nın hoşuna gittiği söylenir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder