Güneşi Yakalamak İçin Kurulan Tuzak

Güneşi Yakalamak İçin Kurulan Tuzak

Bir zamanlar, yeryüzünde yaşayan hayvanlar, insanlardan çok daha güçlüymüş ve bir kız ile onun küçük kardeşi dışında, tüm insanları öldürmüşler. Bu iki çocuk kaçmayı başarmış ve ormanın derinliklerinde, kuytu bir köşeye saklanıp, burada korku içinde yaşamaya başlamış.

Kızın kardeşi öyle küçükmüş ki; tehlikeler karşısında, bütünüyle savunmasız ve çaresizmiş. Şöyle, irice bir kuş gelse, küçük oğlanı kapıp götürebilirmiş. Bu yüzden de, yiyecek ve yakacak bulma işini ablası üstlenmiş. Ancak, kardeşi bir başına bırakılamayacak kadar küçük olduğu için; ne zaman ormanın içlerine yiyecek ya da yakacak bir şeyler bulmaya gitse, kardeşini de yanında götürürmüş.

Sonunda kız, kardeşinin boyuna ve gücüne uygun bir yay ile bir ok yapmış ve ormanın içlerine dalmadan önce oğlana: "Odunları kesmeyi bitirip, eve dönmeye hazır olduğumda; seni bir süre burada tek başına bırakacağım ve sen de yayını ve okunu kullanarak, kesilmiş odunlardan çıkan kurtçukları kapmaya gelen kar kuşlarını vuracaksın." demiş.

Böylece kız, kardeşini orada bir başına bırakıp eve dönmüş. Küçük çocuk ise, kar kuşlarını vurmak için, elinden geleni yapmış; ama bir tekini öldürmeyi başaramamış. Sonunda hevesi ve cesareti kırılmış bir halde eve dönmüş. Ablası, çok üzgün görünen küçük kardeşine, hemen umutsuzluğa kapılmamasını ve çabucak pes etmemesi gerektiğini söylemiş.

"Yarin bir kez daha denersin." demiş. Ertesi gün, küçük çocuğu tekrar ormanda yalnız bırakarak eve dönmüş. Gece inerken, kız, küçük kardeşinin kardaki ayak seslerini duymuş. Oğlan, elindeki kar kuşunu ablasına uzatırken, halinden çok hoşnut görünüyormuş. Kız, kuşu iki parçaya bölmüş. Parçalardan birini akşam yemeği için pişirdiği pilavı çeşnilendirmek için kullanmış; diğerini ise ertesi gün yemek üzere bir kenara ayırmış.

Günler günleri kovalamış ve oğlanın vurduğu kuşların sayısı on'u bulunca; ablası, hayvanların derilerini birbirine ekleyerek, küçük kardeşi için bir ceket dikmiş. Küçük çocuk, yeni ceketine bayılmış; ancak, bir gün dikkatsiz davranıp karın yer yer eridiği bir yerde uykuya dalınca, ceket kar suyunu emmiş ve günesin altında biraz çekip daralmış. Uyandığında, ceketinin gövdesine çok dar geldiğini fark eden oğlan; bunun için güneşe çok kızmış ve bir daha böyle haylazlıklar yapmaması için bir kapan kurup, güneşi yakalayacağını söyleyerek, ablasından kendisi için bir ip yapmasını istemiş.

Küçük çocuk, gece yarısını biraz geçe, ablasının yaptığı ipi alarak; ormanın içine geçip, güneşin her sabah doğduğu yere gitmiş. Sabah olunca, güneş; ağaçların arasından doğarken, küçük çocuğun kurduğu tuzağa düşmüş. Işınları, oğlanın hazırladığı ilmeklere takılıp, öyle bir dolanmış ki; yükselememiş. Ormandaki hayvanlar, karanlık geçen o gün boyunca, çok korkmuşlar. Bir oraya bir buraya koşuşturup, neler olup bittiğini anlamaya çalışmışlar ve sonunda, sorunun ne olduğunu bulmuşlar: Güneş kapana kısılmış!

İlkin, ne yapacaklarını bilememişler. Sonra, her nasılsa, çareyi; kemirgen birkaç hayvani, güneşin yanına gönderip, yakalandığı ilmekleri kemirmesinde bulmuşlar. Ancak, hiçbirisi bunu yapmak için gönüllü olmamış; çünkü, güneşin yanına onca yaklaşınca, yanıp kül olmaktan korkuyorlarmış.

En sonunda, bugün kakırca diye bildiğimiz; ancak o zamanlar yaşayan en iri kemirgen olan hayvanı, bu işi yapmaya inandırmışlar. Onu seçmişler; çünkü, çok iri olduğu için, sıcağa en iyi onun dayanabileceğini düşünmüşler. Kakırca, gidip ilmekleri kemirmiş ve güneşi kurtarmış. Ancak, bu işi yaparken öyle kötü bir şekilde yanmış ki;hayvanların en irisi olarak giden zavallı kakırca, geri döndüğünde, hayvanların en küçüğü olmuş. Geriye o kocaman hayvandan çok azı kalmış. İşte, kakırcanın bunca küçük olmasının nedeni budur!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder