Tek Başına Savaşa Giden ve Böylece Yalnız Savaşçı Adını Kazanan Cesur Genç (Sioux Efsaneleri)
Bir zamanlar, ailesi dünya zenginliklerine sahip olmayan, bu yüzden biricik oğullarını diğer gençler kadar iyi giydiremeyen bir genç varmış, arkadaşları kadar iyi giysileri olmadığı için boynu bükük dolaşır, onlardan utanırmış. Hiçbir zaman oyunlarda takıma alınmaz, savaşlara çağrılmazmış.
Köyde tek kızıyla yaşayan yaşlı bir kadın da varmış. Onlar da diğer aile gibi yoksulmuş, ama kız köyün en güzel kızıymış. Köyün gençleri ve uzak köylerden gelen savaşçılar tarafından en çok istenen kız oymuş. Ama hiçbir neden gösterilmeksizin hepsine aynı cevabı verirmiş.
Yoksul genç kötü elbiselerine rağmen çok yakışıklıymış, ama şimdiye kadar ne bir düşman öldürdüğünden, ne de bir düşman atını eve getirdiğinden (Kızılderili törelerine göre), genç ya da yaşlı, hiçbir kadını sevmesine izin verilmemiş. Savaşçı olarak ün kazanma şansını elde etmek için savaş gruplarına katılmak ister, ama boşuna uğraşır dururmuş. Her gruptan aynı cevap gelirmiş: “Savaş grubuna katılmaya uygun değilsin. Atın bile yok, üstelik öldürülürsen bu eski giysilerinden dolayı kabilemizle dalga geçerler, kabilemizde böyle kötü giyinen birinin olduğunu başkalarının öğrenmesini istemeyiz.”
Tekrar tekrar değişik gruplara girmeye çalışırmış, ama hep alay edilip geri çevrilirmiş.
Bir gece ailesinin eski çadırında oturuyor, derin derin düşünüyor, hiç konuşmuyormuş. Babası oğlunun bu üzüntülü halini görünce her zaman neşeliyken şimdi bu kadar üzgün olmasının nedenini sormuş. Oğlu demiş ki:
“Baba, savaşmaya tek başıma gideceğim. Savaş gruplarından birine girmek için boşuna uğraştım durdum. Elime geçen tek şey hepsinden geri çevrilmek oldu.”
“Ama oğlum, ne silahın var, ne cephanen. Nereye gider, ne yapasın? Sana silah alacak paramız da yok” demiş babası.
“Silaha ihtiyacım yok. Birkaç düşman atı getireceğim, bunun silahım olmasına gerek yok.”
Ertesi sabah erkenden (silahsız gitmemesi için yaşlı karı kocanın bütün yalvarmalarına rağmen) köyden çıkmış ve kuzeye, bütün savaş gruplarının gittiği yöne yönelmiş.
On gün boyunca hiçbir kamp belirtisi görmeden yürümüş. Onuncu günün akşamı dağlık bir bölgede ağaçlarla kaplı çok yüksek bir tepeye varmış. Tepeye çıkıp iki büyük taşın arasına oturmuş, batan güneşin güzelliğini seyre dalmışken birden, yakınlardan gelen bir at kişnemesiyle yerinden sıçramış.
Aşağıya, ağaçlarla çevrili bir dere tarafından bölünmüş güzel bir vadiye baktığında üstünde oturduğu tepenin eteğinde huzur içinde sessizce otlayan büyük bir at sürüsü görmüş. Daha dikkatle baktığında sürünün biraz uzağında eyerli bir at durduğunu fark etmiş. Hayvan uzun bir kementle büyükçe bir çalıya bağlıymış.
Sürücüsü nerede acaba diye sormuş kendi kendine. Sanki sorusuna cevap vermek istermiş gibi, orta yaşlı bir adam yirmi adımdan fazla olmayan bir uzaklıktaki dar bir geçitten ortaya çıkmış. Silahı elinde kullanılmaya hazır olduğuna göre herhalde kendine bir av arıyormuş, her yarığa, her çalı dibine dikkatle bakıyormuş. Avlanmaya o kadar dalmış ki, yirmi adım ötesinde heykel gibi dikilen genci fark etmemiş. Yavaş yavaş, dikkatle yaklaşmış ve gence birkaç adım kala durup aşağıdaki vadiye bakarak dönmüş.
Bu, bizim cesur gencin tek şansıymış. Silahsız olduğundan düşmanı onu görürse hiç şansı kalmazmış. Hiç ses çıkarmadan av bıçağını yavaşça çıkarmış (evden ayrılmadan önce babası vermiş o bıçağı) ve sağ eliyle sımsıkı kavramış, kalkmış ve birden habersiz düşmanının omuzlarına atılmış. Çarpmanın şiddetiyle düşmanının elindeki bıçak fırlamış ve uçuruma yuvarlanıp kırk adım kadar aşağıya düşmüş.
Genç üstte olarak ikisi birden yere yuvarlanmış. Yere düştüklerinde düşmanının bıçağını alması uzun sürmemiş, böylece dövüş başlamış.
Daha deneyimli olan düşman daha iyi dövüşüyormuş. Daha şimdiden gencimizde biri göğsünde, diğeri kolunda iki kötü yara açılmış.
Kan kaybından giderek güçsüz düşüyor ve artık öldürücü darbe vuramayacak hale geliyormuş. Karşısındakini yenmek için son bir deneme yapmak üzere bütün gücünü toplayarak adamı uçuruma doğru itmiş, bu darbeyle düşmanı sendelemiş ve ikisi birden uçuruma doğru yuvarlanmış. Kollarıyla birbirine kenetlenmişken genç adam bıçağını düşmanının böğrüne saplamış, düşmanın eli gevşemiş, ölüp kalmış.
Adamın kafa derisini ve silahını alan genç atın bağlı olduğu çalının yanına inmiş ve bütün atları toparlayıp köyüne doğru yola koyulmuş. Yarası ağır olduğundan çok yavaş gidebiliyormuş. Ama gece boyunca yoluna devam etmiş.
Bu arada düşman kampındakiler atları otlatan çobanın ortalarda görünmemesi üzerine meraklanmışlar ve yedi genç, çobana bakmaya gitmiş. Bütün gece tepenin etrafında çobanı ve atları aramışlar, ama ancak sabah ortalık aydınlandığında ölümüne yapılan kavganın izlerini görmüşler.
Topraktaki ve yapraklardaki izleri sürerek savaşçıların yuvarlandığı uçuruma varmış ve orada çobanın sırtüstü yatan ölüsünü görmüşler. Aceleyle kampa dönüp gördüklerini anlatmışlar. Savaşçılar hemen savaş atlarına atlamış (bu atlar otlamaya gönderilmez ve sahibinin çadırının yanında bağlı dururmuş) ve genç dostumuzun kaçırdığı sürünün izini sürerek hızla ilerlemişler, çok geçmeden kamplarından uzaklaşmışlar. Bütün gün iz sürmüşler ve tam gün batarken bir tepenin üstünde genci görmüşler.
Genç arkasına baktığında yaklaşan karanlık gölgeler görmüş, başka bir ata binip dört nala gitmeye başlamış. Yine bütün gece ilerlemiş ve şafak sökerken ardında baktığında uzakta kalmış iki atlı görmüş. Bu ikisi en iyi atlara binenlermiş, diğerleri artık görünmüyormuş. Atları sık bir ağaçlığa sürerek iz bırakmalarını önlemiş ve gizlenerek arkasındaki iki atlı için pusuya yatmış.
Sonunda gencin arkasına bakıp da ikisini gördüğü tepenin üstünde ortaya çıkmışlar. Uzun bir süre çalınan atlardan kalan bir iz bulabiliriz umuduyla aranmışlar. Ama hiçbir şey görememişler. Oysa atları sadece birkaç yüz metre ötedeymiş, ama sık ağaçlar onları gizliyormuş. Sonunda biri kalkıp ağaçlığı işaret etmiş. Sonra atını arkadaşına bırakıp tepeden inmiş ve sürünün ağaçlığa girdiği yerde izleri görerek izlemiş. Ama sonsuzluğun kıyısında dolandığından habersizmiş. Yüz metre ileride gizlenmiş olan genç adam bulunduğu yerden onu rahatlıkla vurabilirmiş ama biraz oyun oynamak istemiş. Bunun için ayağa kalkıp kendini göstermiş. Bunu yaptığında düşmanı hızla nişan alıp ateş etmiş. Ama çok aceleci davranmış.
Daha dikkatli nişan alsaymış genç dostumuzu öldürecekmiş, oysa kurşunu genç adamın başının üstünden zararsızca geçip bir ağaca saplanmış. Genç adam da nişan alıp ateş etmiş. Savaşçı iki elini birden kaldırmış ve yüzükoyun yere kapaklanmış. Tepede bekleyen diğeri arkadaşının öldüğünü görünce hemen atına atlamış ve arkadaşının atını da alarak geldikleri yönde gözden kaybolmuş.
Dostumuz bir süre daha bekleyip düşmanının kaçtığından emin olduktan sonra öldürdüğü düşmanının silahını, cephanesini ve kafa derisini almış, atına binmiş, sürüyü ağaçlıktan çıkarıp geniş bir bozkırdan geçmiş, tepelere varınca ardına dönüp kendisini takip eden başka düşmanlar olup olmadığına bakmış.
Böylece tepelerin gölgeleri iyice uzayana kadar ilerlemiş, o zaman güneşin batmasının yakın olduğunu hatırlamış, biraz uyumak için atlarını geceleyin güvenle bırakabileceği bir dere kıvrımı aramış. Sonunda sürü için iyi bir yer bulmuş, en iyi atlardan birini alıp uyuyakalmış. Öyle yorgun ve uykusuzmuş ki , gece boyunca şiddetli bir yağmur yağmasına ve sırılsıklam olmasına rağmen güneş doğuda iyice yükselene dek uyanmamış.
Uyandığında sürüyü bıraktığı yere gitmiş, hepsinin orada olduğunu görünce çok sevinmiş. Atına binmiş ve yine sürüyü eve doğru gütmeye başlamış. İki gün daha gittikten sonra ikinci günün akşamı uzaktan köyünü görmüş.
Gencin tek başına ve silahsız olarak yola çıktığını duyan daha tecrübeli savaşçılar ailesine, asla sağ dönemeyeceği için yas tutmalarını söylemişler.
Bu yüzden köydekiler büyük bir at sürüsünün yaklaşmakta olduğunu görünce önce bir düşman grubunun geldiğini düşünmüşler ve büyükler genç savaşçıları çağırmış, büyük bir çarpışma için hazırlanmışlar. Düşman olduğunu sandıkları sürüye doğru ilerlemişler. Ama yaklaştıklarında bu kocaman sürüyü sadece bir kişinin güttüğünü görmüşler ve atları ve yalnız savaşçıyı kuşatıp bir zafer havası içinde köye getirmişler. Köye vardıklarında atları saymışlar tam yüz on taneymiş.
Şef ile tellalları bütün köye Yalnız Savaşçı’nın şerefine büyük bir savaş dansı yapılacağını duyurmuş.
Eğlenceye bütün köy gelmiş, dans tam üç gün sürmüş. Dans alanının ortasına konulan bir direğe gencin getirdiği iki kafa derisi asılmış. Dans sırasında Yalnız Savaşçı her yoksul aileye beş at vermiş.
Artık gencin beğenisini kazanmak isteyen bir sürü kız varmış, ama o köyün en güzel kızının çadırına gitmiş, kız da onu beğendiğinden evlenmeyi kabul etmiş.
Yalnız Savaşçı’nın köyün en güzel kızını eş olarak seçtiği haberi kısa sürede duyulmuş, tek başına iki düşmanı öldürmek, büyük bir at sürüsünü köye getirmek yapılması çok zor şeylermiş, genci kendilerine şef seçmişler ve Yalnız Savaşçı ömrünün sonuna kadar mutlu yaşamış.
Şef Seattle'in Buyuk Baskana Yazdigi Mektup (1854)
-
*Şef Seattle'ın MektubuŞef Seattle'in Buyuk Baskana Yazdigi Mektup (1854)*
*Suquamish Kabilesinin lideri olan Sef Seattle 1786'da...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder