Vahşi Göl ( Cheyenne Mitolojisi )

Vahşi Göl

Derler ki;

“Bir zamanlar, bir delikanlı köyünden, ailesinden uzakta bir ava çıkmış. Güzel ve yağlı bir geyik vurmuş. Derisini yüzmüş, etleri ayırmış. Sırtına aldığı geyik derisine sarılmış parça etlerle evine dönerken yaşlıca bir adama rastlamış.

Avcı genç, bu yabancıyı görünce korkmuş. Yaşlı adamın dudakları şiş, gözleri de hemen hemen kapanmış bir durumda imiş. Vücudu akmakta olan açık yaralarla doluymuş. Çevresine berbat kokular saçıyormuş.

“Kimsin sen?” diye seslenmiş genç avcı. “Nereden gelip nereye gidiyorsun?”

“Ben Suçiçeğiyim.” şeklinde yanıtlamış yabancı. Nefesinin kokusu, vücudunun kokusundan daha da betermiş. “Doğudan, beyaz insanların bulunduğu taraflardan geliyorum ve Kızılderilileri bulmak için batıya gidiyorum. Sen buradan ayrıldığın zaman ben de senin izlerini sürerek senin köyüne geleceğim.”

“Niçin böyle yapmak istiyorsun peki?” diye şaşkınlıkla sormuş genç avcı. “Kızılderililer sana bir kötülük yapmadı ki… Beyazlara da bir şey yapmadılar, söylemek gerekirse… Beyazlara ilişkin hiçbir şey bilmiyorlar bile. Kızılderililere neden acımasız davranmak istiyorsun?”

“Geleceğim.” demiş Suçiçeği. “Benden bunu yapmam istendi. Oraya köye gelip herkese hastalığımı yayacağım; çünkü benden istenen şey bu…”

“Yapma bunu!” diye genç avcı karşı çıkmış. “O köyde iyi insanlar var. Acı onlara ve bir kötülük yapma. Bizim sana hiçbir kötülüğümüz dokunmadı.”

Suçiçeği hastalığı uzunca bir süre durup düşünmüş. Sonunda: “İyi öyleyse.” demiş. “Sizlere acıyacağım. Sen kendi aileni ve istediğin kadar çok arkadaşını alabilirsin.

Eğer istersen bütün kampı da alabilirsin. Eğer sana uyarlarsa onlara bir kötülük gelmez. Senden, onları güvenli bir yere götürmen isteniyor. Evine git ve aileni al, sonra da orayı terket. Buraya tam ters olan bir yöne git. İyice uzaklaş.”

Genç avcı, köyüne, evine dönmüş. Habercilerle haber salıp köy halkının bir araya toplanmasını istemiş. Herkes toplandığı zaman da duyurusunu yapmış:

“Bir şey geliyor.” demiş halka. “Çok kötü bir şey olacak. Gelip hepinizi öldürebilecek bir hastalık var; ama bana, ailemi ve arkadaşlarımı bundan uzak tutabileceğim söylendi. Beni izleyin, böylece ölmez, yaşarsınız.”

Genç avcı, daha önce hiçbir savaşçı grubuna önderlik etmemiş bir delikanlıymış, bundan dolayı köy halkı onun böyle konuşmasına şaşırmış. Bir süre dinlemiş, sonra da gülmeye başlamışlar.

İhtiyarlar: “Amaan, yok öyle bir şey!” demişler. “Hiçbir şey olmaz. Siz köy halkı, hiçbiriniz onun sözlerine kulak vermek zorunda değilsiniz. Her şey yolunda gidecek.”

“Ben bir uyarıda bulunmak için gönderildim.” diye üstelemiş genç avcı. “Bana uymayan herkese çok kötü şeyler olacak.”

Kabile halkı gülmeye devam etmiş ve inanmak istememiş. Yaşlılar, genç avcının iyi bir insan olmayıp yalancı biri olduğunu söylemişler. “Sizlere, kendisine inanmanız için hiçbir şey yapmadı.” demişler.

Sonunda genç avcı vazgeçmiş. “İsterseniz siz kalın. Ben o gücün emirlerine uyacağım.” diyerek kararını bildirmiş ve hayvan derisinden yapılmış, koni biçimindeki çadırına gitmiş.

O gece, bütün köy halkı uykudayken, genç avcı ve ailesi kalkıp eşyalarını toplamış. Sabahleyin halk uyandığında “Bu adam korkak! Oysa korkacak bir şey yok!” diyeceklerini bilmesine karşın gene de toparlanmış.

Aile köyden ayrılıp Yüksek Ovalar’ ın kısa otları üzerinde yürüyerek batıya doğru yol almış. Gittikçe uzağa, uzağa, daha uzağa gitmişler. Sonunda büyük bir su kütlesinin yanına gelmişler. Bu su, derin, berrak ve masmaviymiş. Vahşi bir görünümü varmış. ”

O göl, bugün bile oralarda bir yerlerdedir; çünkü bu gölün var olduğu söylenmektedir.

“Genç avıcıyı uyaran ruh, genç avcının ve aile bireylerinin ellerinden tutup suyun içine çekmiş. Bu, yıllar boyu onlardan duyulan son haber olmuş. Suçiçeği hastalığı, geride, köydeki insanlarla konuşmaya başlamış, insanlar da onun berbat nefesini içlerine çekerken ortadan yok olmuş.

Yıllar sonra, oralarda iki delikanlı görünmüş. Amaçları avlanmak ya da savaşmak değilmiş, belki de kadın aramaya çıkmışlarmış; ama yeni karılar bulup bulmamaları da umurlarında değilmiş belki de delikanlıların. Bir de kadın bulurlarsa onları, köylerine götürmenin iyi bir iş olacağını düşünüyorlarmış. Gene de onlara göre hava hoşmuş.

İki arkadaş yol alırken, derin, mavi, o vahşi görünümlü göle gelmişler. Bu gezginci arkadaşlar gölün doğu kıyılarında, suyun içine doğru sürüp giden birtakım izler görmüşler.

Bu izler, yerde sürünere suyun içine doğru götürülen çadır direklerinin izlerine benziyormuş. Önce merak etmiş, sonra da gölün etrafında yürüyerek Batı tarafına doğru geçip izlerin sudan çıkıp çıkmadığına bakmışlar. Buna benzer bir iz bulamamışlar.

“Eeee, hava kararıyor.” demiş yaşça büyük olan. “Artık uyuyalım. Sabahleyin yeniden ararız. Birtakım insanlar suya girdiğinde tekrar çıkmış olmaları gerekir. Kampları fazla uzakta olamaz. Bunlar taze izler. Onları yarın buluruz.”

İki delikanlı, Kuzey Amerika’ da yetişen bir çeşit bakladan yapılmış yemeği ve kurutulmuş etleri yiyerek artan yiyecekleri de gölün suyuyla yıkamışlar. Sonra da bufalo derisinden yapılmış uzun kabanlarına sarınıp gölün batı yakasında, uyumak üzere uzanmışlar.

Açık ve parlak bir geceymiş. Yaşça büyük delikanlı, yıldızlar en yükseklerde sakin sakin göz kırparken uyanarak arkadaşının omzunu dürtmüş.

“Dinle.” demiş fısıltıyla. “Söyle bana, bir şeyler duyuyor musun?” İkisi de kulak kabartmış ve duymuş. Gölün dibinden su yüzüne doğru şarkı ve davul sesleri geliyormuş.

Yaşça küçük olan sormuş: “Kim bunlar?”

Büyük olan düşündüğünde, Suçiçeği hastalığı gelmeden önce köyden ayrılan insanlara ilişkin, büyükbabasının söyledikleri aklına gelmiş: “Bunlar o giden insanlar.” diye yanıtlamış küçüğün sorusunu. “Suyun altında bulunan köylerinin burada olması gerek.”

“Sabahleyin kalkıp gider ve onları buluruz.” demiş arkadaşı.

“Evet.” diyerek onaylamış büyük. “Sabahleyin gider, onları bulur ve köye götürürüz.

Sabah olduğunda gölün kıyısını araştırmışlar. Suyun dibine giden o izlerden başka bir şey bulamayınca da suyun kenarına kadar iz boyunca yürüyüp sonra da korka korka geri dönmüşler.

Yaşça büyük gezgin: “Kampa dönelim.” demiş. “İhtiyarlara ne düşündüklerini soralım.”

Arkadaşı da bu fikri onaylayınca yola koyulmuşlar. Delikanlıların tüm arkadaşları onları karşılamaya gelmiş ve anlattıkları öyküyü pürdikkat dinlemişler.

“Haydi hepimiz oraya gidelim.” demiş takım şefleri. “Suyun altındaki kardeşlerimizi bulmaya çalışalım.” Böylelikle delikanlılarla birlikte hepsi de tekrar geriye, yola çıkmışlar.

Köy halkı göle geldiği zaman, göün kıyılarını baştan başa dolaşmış ve iz bulabilmek adına her yere bakınmışlar. Her seferinde gene, doğu yakasına, çadır direklerinin suyun içine gömüldüğünü gösteren aynı yere gelmişler. En usta iz sürücüler bile, daha önceki köy halkının gölden çıktığını belirten bir iz bulamamış.

“Kardeşlerimizi nasıl görebiliriz?” diye sormuş köyün şefi ihtiyarlara. “Onlara nasıl ulaşabilir ve burada olduğumuzu söyleyebiliriz?”

İhtiyarlar tasalı bir biçimde başlarını sallamışlar ve yanıt vermişler: “Bir büyü yapılmadıkça onlara ulaşamayız. Suyun altına inip orada yaşayabilmemiz için olağanüstü bir güce sahip olmamız gerekir. Böyle bir gücümüz olmazsa hepimiz boğuluruz.”

Yine de çadır direklerinin suyun dibine doğru sürüklendiği yere ve ortadan kaybolan insanların izlerinin bulunduğu yere tekrar tekrar gitmişler.

Geceleyin oturup kulak kabarttıklarında, kıyıdaki insanlar, orada, gölün dibinde boğulmuş olan köyde oynayan çocukların, gülen kadınların ve konuşan erkeklerin seslerini, şarkılarını ve davullarını duyabiliyorlarmış.”

Bu olaydan senelerde sonra Kiowa-Apaçileri gölü ziyaret etmeye başlamışlar. Kendi köylerine döndüklerinde dans ederken, köyünü suyun dibine o adamın şarkısını söylerlermiş:

“Tehlikeli bir yer bu dünya,

Kızılderililere, yaşamak için

Ey, halkım, geli benimle

Ulaştırırım sizi ben emin ellere.

Orada, orada, suyun dibinde

Sihirli bir yer var.

O, Kızılderilileri korumak için yaratılmış bir yer

Güvenli ellerde.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder