Güzel Tüylü Alın’ın Öyküsü

Güzel Tüylü Alın’ın Öyküsü

Bir zamanlar hızla büyüyen bir tutam saçıyla dünyaya gelen bir erkek çocuk varmış. Bu yüzden ona, “Güzel Tüylü Alın” adı verilmiş. Yakışıklılığının yanı sıra çok hoş bir çocukmuş ve bütün kabile onu severmiş. Büyüyüp de genç bir adam olana kadar, diğer gençlerin aksine, kabilenin güzel kızlarından hiçbirine aşık olmamış. Kızlar ona delice aşık olmuşsa da, o hiçbirine yüz vermemiş. Komşu köylerde de bir çok güzel kız varmış, ama Güzel Tüylü Alın onlarla da ilgilenmemiş.

Bir gün şöyle demiş: “Baba, Buffalo halkını ziyarete gideceğim.” Babası izin vermiş ve genç yola çıkmış. Ana-babası oğullarının Buffalo halkını ziyarete gitmesinden kuşkulanmışlar ve hemen müstakbel gelinleri için hazırlanmaya başlamışlar. Anne on buffalo postunu birbirine dikmiş ve üstüne kocasının başarılarını resmetmiş. Bununla büyük bir çadır yapmış ve içini güzel giysiler, örtüler ve eşyalarla doldurmuş. Bu, oğluyla müstakbel gelini içinmiş. Birkaç hafta sonra oğul dönmüş, yanında güzel bir Buffalo kızı varmış. Gencin ailesi bu olayın şerefine büyük bir ziyafet vermiş ve oğlu ve gelini ile birlikte mutlu bir şekilde yaşamaya başlamışlar.

Gel zaman, git zaman, genç çiftin bir oğulları olmuş, genç baba oğluyla çok gururlanıyormuş.

Bebek bir yaşına geldiğinde genç adam, karısına, “Ben Geyik halkını ziyarete gidiyorum,” demiş. Bunu duyan karısı çok üzülmüş, çünkü kocasının kendine başka bir eş almaya gittiğini anlamış. Genç adam yanında güzel bir Geyik kızıyla dönmüş. Buffalo kadını Geyik kızını görünce çok üzülmüş, ama kocası, “Üzülme,” demiş, “senin bütün ağır işlerini o görecek.”

Uzun bir süre birlikte mutlu yaşamışlar. Geyik kızı da güzel bir oğlan çocuğu doğurmuş. İki çocuk etrafta birlikte oynayabilecek kadar büyümüş. Bir gün Geyik kadını dışarıda derileri kurutuyor, iki çocuk da yakınlarda oynuyormuş. Buffalo çocuk derilerin üstünden geçmiş ve üvey annesinin neredeyse bitirmek üzere olduğu beyaz bir giysiyi kirletmiş. Bu Geyik kadınını kızdırmış ve çocuğu azarlayarak, “Seni aptal, yassı dudak, neden işimin etrafından dolanmıyorsun da üstünden geçiyorsun?” demiş. Kapıda duran Buffalo kadını Geyik kadınının dediklerini duymuş, oğluna yassı dudak dendiğini duyunca çok kızmış, ama hiçbir şey söylememiş. Eşyalarını toplamış, oğlunu çağırmış ve batıya doğru yola koyulmuş.

Kocası ava çıktığından evde yokmuş ve öğleden sonra geç saatlere kadar da dönmemiş. Eve her döndüğünde büyük oğlu koşarak onu karşılamaya gelirmiş, ama o gün ortalarda görünmüyormuş, baba çocuğun başına kötü bir şey gelmiş olmasından korkmuş. Hızla çadıra girip etrafa bakınmış, ama ne çocuğu, ne de annesini görebilmiş, bunun üzerine Geyik karısında çocukla annesinin nerede olduğunu sormuş. Geyik kadın cevap vermiş: “Oğlunu sırtına alıp şu tarafa doğru gitti.” (Batıyı göstermiş.) “Gideli ne kadar oldu?” “Sabah erkenden çıktı.” Baba hiçbir şey yemeden aceleyle genç bir ata binmiş ve Buffalo kadınla çocuğunun gittiği yöne doğru gitmeye başlamış. Karanlık çökmesine yakın yüksek bir tepeye çıkmış ve aşağıdaki vadide küçük bir çadır görmüş. Çadır oldukça uzaktaymış, bu nedenle oraya vardığında çok geç olmuş. Atını bağlayıp çadıra girmiş ve anneyle çocuğun uyuduğunu görmüş. İkisinin arasına uzanınca çocuk uyanmış, babasını tanıyınca onunla birlikte çadırdan çıkmış.

Çadırın dışında babasına annesini eve geri dönmeye kandırmasının mümkün olmadığını, çünkü Geyik kadının onu çok küçük düşürdüğünü söylemiş. Sonra Geyik kadının söylediklerini anlatmış ve ona yassı dudak dediğini söylemiş. “Annem kendi insanlarının yanına dönmeye karar verdi, ama eğer bizi izlersen, belki insanlarını gördükten bir süre sonra onu sana dönmeye kandırabilirsin. Sabahleyin erkenden yola koyulacağız, geçeceğimiz topraklar çok sert, ama en yumuşak yerleri bulup izimi bırakacağım, böylece bizi izleyebilirsin.”

İkisi çadıra girmişler ve hemen uyuyakalmışlar. Çok yorgun olan baba çok derin uyuyormuş, uyandığında üstüne güneş vuruyormuş. Anneyle çocuk ortalıkta görünmüyormuş. Çadır üstünden o kadar dikkatli sökülmüş ki, hiç duymamış. Atına binip ikilinin gittiği yöne doğru gitmeye başlamış. İz sürmekte zorluk çekmiyormuş, çünkü çocuk yere kuvvetle basıyor, basmak için en yumuşak yerleri seçiyormuş.

O akşam da çadırı görmüş ve gittiğinde ikisini uyur bulmuş. Çocuk uyanmış, babasını dışarı çıkarmış. Yarınki yollarının en zorlu olacağını söylemiş. “Büyük bir ovayı aşacağız, ama önce kumluk bir çukuru geçmemiz gerekiyor. Çukurdayken izlerime iyi bak, her biri çok derin olacak ve yanlarında küçük su gölcükleri göreceksin. İçebildiğin kadar iç, çünkü bir şeyler içmek için bu son şansın olacak, oradan büyük bayıra kadar bir daha su bulamayacaksın, bayıra vardığında da karanlık basmış olacak. Annemin akrabaları orada yaşıyor. Onlarla buluşmadan önce bir kez daha seninle konuşacağım.”

Ertesi sabah da, önceki günkü gibi, uyandığında yalnızdı. Ana-oğul gitmişler, yollarına koyulmuşlardı. Yine atına bindi, kumluk çukura vardığında oğlunun izlerinin yanında, beklediği gibi, su gölcükleri buldu, sonuncusuna varana kadar hepsini içti. Sonra kalktı, izleri sürerek gün batımına kadar ilerledi. Uzakta, bir bayırın kenarında küçük çadırı gördü. Ama atı birden durdu ve yere yığıldı, kaldı. Susuzluktan ölmüştü.

O zaman yürümeye başladı. Çadıra varıp girdiğinde boştu. “Herhalde oğlum buraya gelip benimle son kez buluşacaktır,” diye düşündü. Üç gündür hiçbir şey yememişti ve çok açtı. Yere uzandı, ama açlıktan uyuyamıyordu. Dışarıda ayak sesleri duydu ve bir düşman olabileceğini düşündü. Yavaşça kapının örtüsü açıldı ve uyanık yatan babasına bakan oğlu göründü. Çocuk geri dönüp koşarak uzaklaştı, ama hemen döndü. Yanında küçük bir çıkın vardı. İçeri girip çıkını babasına uzattı. “Al, baba. Bu yiyecekleri senin için çaldım, ama çok fazla getiremedim.” Baba oğlunun getirdiklerini hemen yedi. Yemeğini bitirince oğlu: “Yarın sabah annemin akrabaları buraya gelecek ve seni köye götürecek. Annemin çantaları aynı kendisininki gibi olan üç kız kardeşi var. Çantalar karıştığında içine bakmadan hangisinin anneme ait olduğunu söyleyemezsin. Senden annemin çantasını bulmanı isteyecekler ve eğer yanılırsan seni ezerek öldürecekler. Sonra annemi kız kardeşlerinin arasından göstermeni isteyecekler, yanılırsan seni diri diri gömecekler. Son olarak da, eğer ilk iki sınavı geçersen, sudaki yansımam kadar bana benzeyen üç kuzenim arasından beni bulmanı isteyecekler. Çantayı içine koyacağım birkaç çakıl taşından tanıyabilirsin. Annemi tanıman için saçına küçük bir ot parçası takacağım. Kuzenlerim arasında beni tanıman için dans ederken başımı sallayacağım, kulaklarımı kaşıyıp saç kuyruğuma vuracağım. Böylece hepsini kolayca bilebilirsin, sen bildikçe çok sinirlenecekler, eğer herhangi bir aşamada yanılırsan bilemediğin için özür dile ki, seni öldürmekten vazgeçsinler,” demiş.

Çocuk söylediklerini unutmamasını tembihledikten sonra babasından ayrılmış. Babası ertesi sabah erkenden büyük bir gürültüyle uyanmış, dışarı çıkıp baktığında bütün yamacın bir buffalo sürüsüyle kaplandığını görmüş. Adam ortaya çıktığında hayvanlar hemen böğürerek etrafını çevirmişler. Yaşlı buffalolardan biri homurdanarak yaklaşmış ve yanından geçmiş, ama her adımda dönüp arkasına bakıyormuş. Onu izlemesi gerektiğini düşünen adam hayvanın peşine takılmış, bunun üzerine bütün sürü çevresinde bir yarım daire oluşturup onu batıya doğru, ortasında tek bir ağacın bulunduğu büyük bir düzlüğe götürmüşler. Yaşlı boğa adamı bu ağacın yanına götürüp orada durdurmuş. Adamı ağacın altındaki büyük bir taşa oturtmuşlar. Oturur oturmaz ellerinde birer iş çantası olan dört dişi buffalo gelmiş. Çantaları adamın önüne dizmişler, olanları daha iyi görebilmek için bütün sürü yaklaşmış. Yaşlı boğa öne çıkıp çantaların yanında durmuş, her çantadan bir kutu çıkarmış.

Adam kalkmış, çantalara yakından baktığında sol baştakinin yanında küçük bir çakıl görmüş. Çantaların yanından geçerken çakıl taşını kimse görmesin diye yavaşça itmiş. Doğru çantayı seçtiğini gören sürüden korkunç bir uğultu yükselmiş.

Ardından dört kız kardeş gelmiş ve adamın karşısına dizilmiş. Sağdakinden başlayıp soldakine kadar hepsini dikkatle süzmüş ve eliyle en sağdakinin yanındakini işaret etmiş. Oğlu sayesinde kadının saçlarındaki ot parçasını görmeseymiş, birbirine bezelye taneleri kadar benzeyen bu kadınlar arasında karısını tanıması mümkün olmazmış. Sonra dört dana gelmiş, çocuklar dans ederken oğlu başını sallamış, kulaklarını sallayıp saç kuyruğuna vurmuş. Baba oğlunu göstermek için ilerlerken bir şeyler söyleyecek olmuş, ama bu sırada yaşlı boğa adamı hızla yere itmiş ve çiğneyip paçavraya çevirmiş. Ardından bütün sürü kalkıp gitmiş.

Kocasının başına bir şey geldiğini düşünen Geyik kadın gidip kocasını aramaya karar vermiş. Çok hızlı olduğundan tek ağacın yanına varması uzun sürmemiş. Ağacın dibinde kan izleri ve yere saçılmış et parçaları dikkatini çekmiş. Daha yakından bakınca tozların içinde renkli bir şey görmüş. Durup yerdeki şeyi almış ve bunun kocasının alnını süsleyen renkli tüy olduğunu anlamış. Tüyleri yerden toplamış, yamacın doğu tarafına gitmiş, taşları kızdırıp üç ayak şeklinde dikmiş, tüyleri ortasına koymuş. Taşların üstüne su serptiğinde yoğun bir buhar bulutu oluşmuş. Üç ayağın içinde bir şeylerin kımıldadığını görene kadar bu işe uzun süre devam etmiş. Ardından, “Her kimsen, biraz daha su dökersen çok mutlu olacağım,” diyen bir ses yükselmiş. Kadın biraz daha su getirip taşlara dökmüş. “Artık yeter, şimdi kurumak istiyorum.” Kadın cesaretini toplamış ve elini içeri uzatmış, o zaman adam Geyik karısının elini tanımış.

Birlikte eve dönmüşler, adamın canlandığını öğrenen buffalo da onunla savaşmaya ve adamla onu hayata döndüren karısını öldürmeye karar vermiş. Bunu öğrenen kadın yere direkler çakmış ve üstlerine sağlam bir platform kurmuş. Buffalo geldiğinde kocası ve oğluyla birlikte bu platforma çıkmışlar, buffalo onlara erişememiş. Yüzlerine kırmızı battaniyeyi çekip buffaloyu öfkeden iyice kudurtmuşlar. Avcının arkadaşları yardıma gelmiş ve boğayı çabucak öldürmüş, böylece buffalo bir daha Güzel Tüylü Alın’ın canını sıkamamış.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder