Beyaz Kuş Tüyü
Bir zamanlar çok mutlu olan genç bir çift yaşarmış. Genç adam oktaki ustalığıyla tanınırmış ve kendisine Ölüm Atışı ve Hedefini Asla Kaçırmayan lakapları takılmış; genç kadın da çok güzelmiş ve adı Güzel Kumru imiş.
Bir gün bir leylek bu çifti ziyaret etmiş ve onlara güzel bir erkek bebek getirmiş. Çocuk "İna, ina (Anne, anne)" diye ağlamış, kadın "oğluma bak, konuşabiliyor, sesi de ne güzel" demiş. "Evet" demiş baba, "çok sürmez yürümeye de başlar". Okların birini kırmızıya, birini sarıya, birini maviye boyamış. Geri kalanını ağacın kendi renginde bırakmış. Okları tamamladığında anne onları kirpi dikenlerinden yapılmış güzel bir sandığa koymuş, sonra da oğlunun uyuduğu deri hamağın başına asmış.
Bebeğini emzirme vakti gelince oklarla yaya bakıp oğluna şunları söylemiş: "Oğlum, hemen büyü ki, oklarınla yayını kullan. Baban gibi usta nişancı ol". Bebek annesinin sözlerini anlamış gibi küçük kollarını parlak renkli sadağa doğru uzatıp mırıldanmış. Zaman geçmiş, çocuk büyümüş, Babası bir gün "Hanım oğlana oklarıyla yayını ver de nasıl kullanılacağını öğrensin" demiş. Babası oğluna yayı nasıl gerip gevşeteceğini, oku yaya nasıl takacağını öğretmiş. Kırmızı, mavi ve sarı okları ancak çok önemli bir atış yapacağı zaman kullanması gerektiğini söylemiş, bu nedenle çocuk bu üç oku usta bir atıcı olana kadar kullanmamış. Sonra kartallarla şahinler üstünde deneme yapmaya başlamış, giderek onun ok attığı kuşlardan hiçbiri uçamaz hale gelmiş.
Çocuk bir gün koşarak çadıra girmiş, "Anne, anne" diye haykırmış, "Şimdiye kadar gördüğüm en güzel kuşu vurdum". "Getir oğlum, ben de göreyim". Çocuk kuşu getirmiş, kuş kadının daha önce hiç görmediği bir türdenmiş. Tüyleri rengarenkmiş ve başının tepesinde bembeyaz tüyler varmış. Eve dönen babası çocuğa kuşu hangi okla vurduğunu sormuş. "Kırmızı olanla" demiş çocuk. "Kuşu görünce kaçırmak istemedim, onu sıradan oklarımdan biriyle de vurabileceğimi biliyordum ama, özel olsun istedim ve kırmızı oku kullandım." "Haklısın oğlum" demiş babası, "Amacından hiç kuşku duymuyorsan, boyalı oklardan birini kullan, o zaman hedefini asla kaçırmazsın".
Aile oğullarının bu güzel, garip kuş vurmasının şerefine bir ziyafet vermeye karar vermiş. Köyün yaşlı kadınları yemekleri hazırlamada Güzel Kumru'ya yardım etmek için çadıra gelmiş. Kadınlar on gün boyunca et ve kiraz pişirmiş ve en güzel Kızılderili yemeklerini hazırlamış. Bufalo, kunduz, geyik, antilop, ayı, bıldırcın, her çeşit ördek, kaz ve yağmurkuşu eti bol bol varmış. Çeşit çeşit balık ve yabani meyveler pişirilmiş, hepsi hazırlanınca komşu köylere haberciler gönderilmiş: "Ho-po, ho-po (şimdi, şimdi) Ölüm Atışı ve karısı Güzel Kumru oğullarının öldürdüğü güzel kuşun şerefine ziyafet veriyor. Ziyafette oğullarının ömrü boyunca taşıyacağı ad seçilecek. Bütün kaplarınızı ve tahta tabaklarınızı, boynuzdan yapılmış kaşıklarını getirin, güzel etler var. Bütün köy kurulu ve şefler de gelsin, köyde hepsi için büyük çadırlar kuruldu, kurullarınızı orada toplayabilirsiniz".
Haberciler böyle bağırarak etraf köyleri dolaşmış. Konuklar kısa sürede gelmiş. Çadırın önünde kırmızı boyalı bir direğin tepesine değişik renkli kuş asılmış; kanatları iyice açılmış. Tepesindeki güzel beyaz tüyleri göz kamaştırıyormuş. Direğin ortasında genç avcının oku ve yayı asılıymış. Direk, tepesinde dalgalanan kirpi derisinden bayraklarla çok güzel görünüyormuş. Kuşun yüzü batan güneşe çevriliymiş. Büyük şef ve büyücü kuşun wakan (kutsal) olduğunu ilan etmiş.
İnsanlar yemeklerini yedikten sonra kuşun çevresinde bir halka oluşturup seyretmeye başlamış. Bu büyük kalabalık kuşu uzun uzun seyrederken batıda güneş batıyormuş ve o sırada güneşin önüne kuş şeklinde bir bulut gelmiş, güneşin ışınlarıyla rengarenk bir görünüm almış. Kurul üyeleri insanlardan buluta batmalarını istemiş ve baş büyücü bunun,çocuğun büyük bir şef ve büyük bir avcı haline geleceğinin, birçok arkadaşı ve izleyicisi olacağının işareti olduğunu ilan etmiş.
Böylece ziyafet sona ermiş, ama kalabalık dağılmadan önce şef ve kurul üyeleri çocuğa Beyaz Tüy adını takmış.
Bir gün köye çok zayıf, neredeyse açlıktan ölecek halde olan bir yabancı gelmiş. Ama o kadar güçsüzmüş ki konuşamıyormuş, ancak işaretle yiyecek bir şeyler istediğini anlatabilmiş. Yabancı şanslıymış, çünkü Ölüm Atışı'nın çadırına gitmiş, bu çadırda her zaman güzel yemekler bulunduğundan, midesi bayram etmiş. Yemeğini yedikten sonra dinlenmiş ve öyküsünü anlatmaya başlamış.
"Çok uzaklardan geldim" demiş. "Halkım kıtlık içinde. Ne bufalo, ne geyik, ne antilop bulabiliyor. Beyaz bir bufalo şeklindeki bir cadı ya da kötü bir ruh bütün bufalo sürülerini uzaklara götürdü. Her gün bu beyaz bufalo köyün yakınlarına geliyor ve çadırların dışında kimi bulursa boynuzlarına takıp götürüyor. Köyün keskin nişancıları boşuna uğraştı durdu. Okları başka yerlere uçuyor, hayvan sanki büyülü. Kızıl bir kartal görünümündeki başka bir kötü ruh da havadaki bütün kuşları yurdumuzdan sürdü. Bu kartal her gün köyün üstünde uçuyor, o kadar güçlü ki, çadırının dışında kimi bulunca kaçıp havaya kaldırıyor, sert gagasıyla kafatasını açıp beynini yiyor. Usta nişancılar ustalıklarını denedi ama boşuna.
"Beyaz bir tavşan kılığındaki başka bir kötü ruh ise toprakta yerleşmiş bütün hayvanları uzaklara sürdü ve mısır ve şalgam tarlalarını mahvetti, bu yüzden halkım aç kaldı, avcılar bu tavşanı da vuramadı. Bu üç cadıyı öldürecek insana verilecek büyük ödül köyümüzün en güzel iki kızı olacak. Bu kızların daha genç olanı daha güzel ve üstelik de çok uysal. Birçok genç, hatta yaşlı erkek, şefimizin bu vaadini duyunca cadıları oklarıyla vurmak için çok uzaklardan geldi ama hiçbiri başaramadı. Sizin büyük nişancılığınızı duyan şefimiz beni buraya gönderdi ve bizi bu cadılardan kurtarmanız için sizi köyümüze davet etmemi istedi."
Yabancı, avcıya bunları anlatmış. Avcı sönmek üzere olan ateşe uzun uzun ve düşünerek bakmış. Sonra gözlerini yavaşça kaldırmış ve karşısında oturan karısına sevgiyle bakmış. Bir süre karısının güzelliğini seyrettikten sonra gözlerini tekrar ateşe çevirmiş ve ziyaretçiye şunları söylemiş:
"Dostum, şefinin seni bu kadar uzak bir yerden bana göndermesi ve sevgili kızını vermeyi önermesi beni çok onurlandırdı, ama başarılı olursam bu büyük şerefi geri çevirmek zorunda kalacağım, çünkü şu karşımda oturan kraliçem dışında başka bir kadına ilgi duymam mümkün değil."
Beyaz Tüy konuşmayı dinliyormuş, babası sözünü bitirince şöyle demiş: "Baba artık çocuk değilim. Erkekliğe adım attım. Senin kadar iyi nişancı değilim, ama bu zor yolculuğa katılıp o halkın üç düşmanına karşı savaşmayı deneyeceğim. Eğer bu adam birkaç gün burada dinlendikten sonra köyüne dönüp geleceğimi haber verirse ben de onun izini sürer, o vardıktan bir iki gün sonra köye ulaşırım."
"Tamam oğlum" demiş babası. "Başaracağından eminim, korkmana gerek yok, nişancılığın benimkinden daha üstün, çünkü benden hem daha iyi görüyorsun hem de daha hızlısın."
Adam birkaç gün dinlenmiş ve bir sabah yola çıkmış, ardından izini sürecek olan Beyaz Tüy de yola düşecekmiş. Beyaz Tüy yol için gerekli ne varsa yanına almış ve sabah erkenden hazırlanmış. O gece Ölüm Atışı ve karısı uzun süre uyumayıp oğullarına yolculukta ne yapacağını anlatmış ve başının belaya girmemesi için kimlerden korunması gerektiği konusunda onu uyarmışlar. "Hepsinden önemlisi" demiş babası, "kendini Unktomi'den (örümcek) koru, en tehlikelisi odur, birlikte olursan başına bela açar."
Beyaz Tüy erken kalkmış, babası birkaç mil boyunca ona eşlik etmiş. Ayrılırken son sözleri şunlar olmuş: "Unktomi'ye dikkat et, oğlum, hilekar ve tehlikelidir." "Dikkat edeceğim, baba" diyen genç bir tepenin ardında gözden yitmiş. Yol boyunca birkaç kartal ve şahin üstünde ustalığını denemiş, ama hiçbiri için boyalı oklarını harcamamış, yine de o kadar ustaymış ki, sıradan oklarla hepsini kolayca vurmuş hızla. Sık bir ağaçlıktan çıkmak üzereyken bir kütüğün üstünde oturup büyük bir ağaca bilgece bakmakta olan yaşlı bir adam görmüş, adamın baktığı ağaçta bir sürü orman tavuğu varmış.
"Merhaba, dede, neden böyle oturup kara kara düşünüyorsun" diye sormuş Beyaz Tüy.
"Acıktım, birinin benim için şu tavuklardan birini vurmasını isterdim, böylece karnım doyardı" demiş yaşlı adam. Beyaz Tüy yayını germiş, bir ok atmış ve tavuklardan birini nişanlamış. Ok yaydan fırlamış, tavuk dala düşmüş, sadece kuşu düştüğü yerden almak kalmış. "Al işte, tavuğun dede."
"Ah evladım, oraya tırmanıp kuşu alamayacak kadar güçsüzüm. Çıkıp buraya getiremez misin?"
Genç yaşlı adama acıyarak ağaca tırmanmaya kalkmış ama yaşlı adam şöyle diyerek durdurmuş onu: "Evladım, elbiselerin çok güzel, yazık kirlenecekler; istersen onları çıkar da ağaca öyle tırman." Genç güzel elbiselerini çıkarmış, ağaca çıkmış, kuşu alıp yaşlı adama atmış. Delikanlı ağaçtan inerken yaşlı adam "İyahkapa, iyahkapa" (hemen yapış, hemen yapış) demiş. Bunu duyan genç "Ne diyorsun dede" diye sormuş. "Sadece kendi kendime konuşuyordum." Genç inmeye yeltenmiş, ama kımıldayamamış. Çünkü vücudu ağacın kabuğuna yapışmış. Yaşlı adama onu bırakması için boşuna yalvarmış durmuş. Yaşlı Unktomi -çünkü yaşlı adam Unktomi imiş- sadece gülmüş ve şöyle demiş: "Şimdi gidip kötü ruhları öldüreceğim. Harika yayın ve okların artık bende. Şefin kızıyla evleneceğim, sen ise o ağaca yapışık kalıp orada öleceksin."
Böyle diyerek Beyaz Tüy'ün güzel elbiselerini giymiş, yayını ve oklarını almış ve köye yollanmış. Beyaz Tüy'ün o sıralar gelmesi beklendiğinden bütün köy yolunu gözlüyormuş ve Unktomi genç bir adam kılığında, güzel elbiseler içinde görününce hemen onu alıp şefin çadırına götürmüşler. Kötü ruhları öldüreceğine neredeyse kesin gözüyle bakıldığından şef ona kızlarından birini baştan karısı olarak seçmesini söylemiş. (Beyaz Tüy gelmeden önce onun çok yakışıklı olduğunu duyan kızlar hangisinin onunla evleneceği konusunda çekişip duruyormuş ama onun çok genç olduğunu görünce evlenme konusunda eskisi kadar istekli olmamışlar. Unktomi, büyük kardeşi eş olarak seçmiş, ikisine birlikte yaşayacakları büyük bir çadır verilmiş. Küçük kız kardeş, annesinin çadırına dönmüş, büyüğü halkını açlıktan kurtaracak adamla evlendiği için çok gururlanıyormuş. Ertesi sabah köyde büyük bir gürültü kopmuş, beyaz bufalonun geldiğini haber veren bir çığlık duyulmuş. "Bufaloyu öldürmeye hazırlan damadım" demiş şef.
Unktomi yayı ve okları almış, bufaloyu vurmak üzere çıkmış, ama ok hedefinden şaşmış. Ardından kartal gelmiş, onu da vuramamış. Sonra tavşan görünmüş, onu da kaçırmış.
"Yarın sabahı bekleyin, hepsini öldüreceğim. Ceketim yayıma değdi, hedefimi şaşırdım" demiş. İnsanlar büyük bir hayal kırıklığına uğramış. Şef gelenin hilekar olabileceğini düşünüp Ölüm Atışı'nın çadırına giden adamı çağırtmış. Adam gelince şef sormuş: "Sen Ölüm Atışı'nın çadırına gittiğinde Beyaz tüy'ü görmüş müydün?"
"Evet gördüm, beraber birkaç kez de yemek yedik. Babasının çadırında kaldığım sürece o da oradaydı" demiş. "Onu tekrar görsen tanır mısın" diye sormuş şef tekrar. "Beyaz Tüy'ü bir an bile gören biri hemen tanır, çünkü gördüğüm en yakışıklı adam o" demiş genç adam.
"Gel damadımın çadırına gidelim, ona bir bak, ama buraya dönene kadar ne düşündüğünü söyleme." İkisi Unktomi'nin çadırına gitmiş, genç adam Unktomi'yi görünce Beyaz Tüy olmadığını anlamış ama yatağın başında Beyaz tüy'ün yayının ve oklarının asılı olduğunu görmüş, Beyaz Tüy'ün elbiselerini de tanımış. Şefin çadırına döndüklerinde genç adam görüp düşündüklerini söylemiş: "Sanırım, bu Beyaz Tüy'e bir oyun etmiş olan Unktomi'dir. Beyaz Tüy'ün yayıyla okunu ve elbiselerini almış, senin teklifini duyunca, onun kılığına bürünmüş olacak. Beyaz Tüy'ün bufaloyu, kartalı ve tavşanı öldürmesini istiyorsak Unktomi'ye Beyaz Tüy'ün nerede olduğunu söyletmeliyiz."
"Yarın cadıları tekrar öldürmeyi denemesini bekleyelim" demiş şef.
O sıralarda şefin küçük kızı bir balta almış ve ormana kuru odun aramaya çıkmış. Ormanda biraz ilerledikten sonra dinlenmek için kuru bir kütüğe oturmuş. O anda birinin "Kim var orada, her kimsen buraya gel de beni bu ağaçtan kurtar" dediğini duymuş. Büyük ağacın yanına gittiğinde ağacın gövdesine yapışmış bir adam görmüş. "Eğer ağacı kesersem üstüne düşüp seni öldürür" demiş kız. "Hayır, karşı taraftan kes, ağaç öbür tarafa düşer. Ağacın altında kalıp ölmek burada asılı kalıp açlıktan ölmekten iyidir hem" demiş Beyaz Tüy.
Kız ağacı kesmiş, gencin ölmediğini görünce, "Ne yapayım" diye sormuş. Ağacın kabuğunu soy, sonra birkaç taş getirip kızdır. Biraz su getir ve ceketini üstüme ort."
Kız denileni yapmış, kızgın taşlara dökülen sudan çıkan buhar ağacın kabuğunu gevşetmiş ve genç kurtularak kalkmış. "Hayatımı kurtardın" demiş kıza. "Karım olur musun" "Olurum" demiş kız. Sonra kıza yaşlı adamın onu nasıl tuzağa düşürdüğünü, yayılya okunu alıp, güzel deri giysilerini giydiğini ve onu burada ölmeye bıraktığını anlatmış. Kız da kendine Beyaz Tüy diyen bir adamın gelip köyde neler yaptığını, cadıları vurmadan önce kız kardeşiyle evlendiğini, ama sıra cadıları vurmaya gelince bunu başaramadığını anlatmış. "Çabuk olalım, kötü Unktomi oklarımı ziyan edebilir."
Köye yaklaştıklarında Beyaz Tüy köyün dışında beklemiş, sözlüsü Unktomi'nin çadırına gidip şöyle demiş: "Unktomi, Beyaz Tüy dışarıda bekliyor ve elbiseleriyle yayını ve oklarını istiyor." "Ah tabi, onları ödünç almıştım, sonra vermeyi unuttum, al da ona ver" demiş Unktomi.
Beyaz Tüy elbiselerini alınca karıştıklarını, yayının büküldüğünü, oklarının şeklinin bozulduğunu görmüş, elbiselerini yere yaymış, eliyle yayın ve okların şeklini düzeltmiş. Kız Beyaz Tüy'ü babasının çadırına götürmüş, babası olanları duyunca savaşçıları Unktomi'nin çadırına göndermiş, adamlar çadırın çevresini sarmış ve şef Beyaz Tüy'e yaptıklarına ve kızını aldatmasına karşılık ona bir ceza düşününceye kadar, kaçmaya kalkarsa yakalayıp bir ağaca bağlamak üzere beklemeye başlamış. Gece yarısına doğru nöbetçiler bir şeyin yerde süründüğünü fark etmiş ve gün ışımadan kaçmaya çalışan Unktomi'yi yakalayıp bir ağaca bağlamışlar. "Sadece oklarıma sürmek için ot aramaya gidiyordum, böylece cadıları öldürecektim" demiş Unktomi. "Şefin eline geçtiğinde asıl sana ilaç gerekecek", diye cevap vermiş Unktomi'nin hilekarlığını ortaya çıkaran genç.
Sabah olunca gerçek Beyaz Tüy gelmiş, şef nişancılığına bütün köyün tanık olmasını istemiş. O sırada biri "Beyaz Bufalo geliyor" diye haykırmış. Beyaz Tüy kırmızı okunu alıp hazırlanmış. Bufalo tam karşısına geldiğinde okunu atmış. Hayvan havaya sıçramış ve yere düşerken kırmızı ok tam kalbine saplanmış. Köyde büyük bir sevinç çığlığı kopmuş.
"Postunu yatağına örtersin" demiş şef Beyaz Tüy'e. Tekrar bir çığlık yükselmiş, "Kartal, kartal!"
Kuzeyden kocaman bir kızıl kartal yaklaşmış. O kadar güçlüymüş ki, kanat çırpışları gök gürültüsü gibi ses çıkarıyormuş. Hayvan yaklaşırken, tam şefin çadırının üstüne gelince Beyaz tüy yayını germiş ve mavi okunu hedefine göndermiş. Ok kartalın bedeninden o kadar çabuk geçmiş ki Beyaz Tüy önce hedefi vuramadığını sanmış, kalabalıktan bir umutsuzluk çığlığı yükselmiş ama kartalın havada kalakaldığını, birkaç kez kanat çırpmaya çalıştıktan sonra yere düştüğünü gördüklerinde öncekinden çok daha şiddetli sevinç naraları duyulmuş. "Kızıl kartal çadırın başköşesini süsler" demiş şef. Sırada Beyaz tavşan varmış. "İyi nişan al, iyi nişan al sevgili oğlum" demiş şef. "Onu öldürürsen derisini kilim olarak kullanırsın."
Beyaz Tavşan gelirken Beyaz Tüy tavşanın tam kalbine bir ok göndermiş, tavşan olduğu yerde kalakalmış.
Bunun üzerine şef bütün köyü toplamış, herkes birer söğüt dalı almış ve Unktomi'nin sırtında kırmış. Sonra da onu çözmüşler. Çok utanan Unktomi ormana kaçmış, en karanlık, en kuytu köşeye saklanmış. Unktomilerin 8örümceklerin) her zaman karanlık yerleri seçmelerinin ve hilekar ve yalancı insanlara Unktomi soyundan gelmiş denmesinin nedeni işte budur.
Şef Seattle'in Buyuk Baskana Yazdigi Mektup (1854)
-
*Şef Seattle'ın MektubuŞef Seattle'in Buyuk Baskana Yazdigi Mektup (1854)*
*Suquamish Kabilesinin lideri olan Sef Seattle 1786'da...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder