Kırk Dokuz Delikanlı Ve Bir Su Kaplumbağası

Kırk Dokuz Delikanlı Ve Bir Su Kaplumbağası

Derler ki;

“Çok eskiden bir savaçı kabilesindeki elli delikanlının yaban sığırı avlamak üzere yola çıktığı söylenir. Bu olay, Çeyenilerin atlara, silahlara ve çelikten yapılmış silahlara sahip olmalarından da öncedir. Delikanlılar yaya seyahat etmişler ve beraberlerinde taştan yapılma baltalarını ve mızraklarını götürmüşler.

Çok, pek çok mokasin (zehirli bir çeşit su yılanı) avlamışlar; bundan dolayı her delikanlı bunları bir ipe dizerek boynuna asmış ve böylece her biri, omzunda mokasinden yapılmış bir çelenk taşımaya başlamış.

Delikanlılar Oklahoma’ nın içlerinde bulunan Çapraz Tahtalar kıyılarından yola çıkmış ve yüksek dağların bulunduğu batı taraflarına kadar yol gitmişler. İnsanlar o zamanlarda çadır direklerine sırık bulmak için oralara giderlermiş.

Delikanlılar bu bölgede, hiç mi hiç, bir düşmanla karşılaşmamış; Uteler, Navaholar, Apaçiler, hiç kimse çıkmamış karşılarına. Sonunda bu av kafilesi seferden vazgeçmiş ve yerleşim bölgelerine dönmek için yola çıkmış. Şefleri: “Kampımıza dört günlük yol kalınca avlanmaya başlarız.” demiş.

Kazıklı Ovalar’ dan geçmişler. Komançiler, bu ovalardaki her su birikintisini bir diğerine geçmek için, yere çaktıkları avize ağacı kazıklarıyla işaretleyip patika geçitlerini belirlediklerinden, geçiş sırasında hiç kimse susuzluktan ölmüyor imiş.

Bazen serap diye bir su birikintisi görülür; fakat o serap olmazmış. Delikanlılar yürüdükçe gittikçe onlara yaklaşan ve parlayarak büyüyen bir şey görmüşler. Hepsi de bu ışık saçan şahane görüntüye bakmak için durmuşlar.

Delikanlılardan bazıları: “Yaklaşalım ve bunun ne olduğunu anlayalım!” demiş. Bazıları da “Hayır! Bu gizem dolu bir şey. Tehlikeli olabilir. Yolumuza öbür yoldan devam edelim.” demişler. “İşaretli yol doğru ona gidiyor” demiş şefleri sonunda. “Suyu bulmak için kazıkları izlemeliyiz. Eğer bizim yararımıza olması istenen bir şey varsa o, tam bu patika geçişinde olacaktır.”

Sabahtan öğleye kadar avize ağacı kazıklarını izlemiş ve parıldayan o nesnenin yanına öğle vakti gelmişler. Yaşamlarında ilk kez o anda, çok, hem de pek çok şaşkınlığa düşmüşler.

Çünkü bu nesnenin parıldayan, büyük bağalı bir su kaplumbağası olduğunu görmüşler. Bu su kaplumbağası yerde çok yavaş yürüyormuş ve işaretli yolu bir insan gibi izleyip galiba da bir su birikintisine ulaşmaya çalışıyormuş.

“Acaba nerye gidiyor dersiniz?” diye sormuş gençlerden biri; ama kimse onun sorusunu yanıtlamamış. Delikanlı bu sefer: “Sırtına bineceğim!” diye atılmış. Su kaplumbağasının sırtına tırmanmış ve su kaplumbağası da patikada ağır ağır onu taşımaya başlamış.

“Şuna bak… Gerçekten güçlüymüş…” demiş bir başka delikanlı. O da kaplumbağanın sırtına çıkmış ve su kaplumbağası kendinden emin adımlarla iki arkadaşı taşırken ilerlemeye devam etmiş. Daha sonra peş peşe kırk dokuz delikanlı su kaplumbağasının sırtına çıkmış. En son şefleri kalmış kaplumbağanın yanında.

“Acaba bunu bu denli güçlü yapan şey ne?” diye merak etmiş kaplumbağanın sırtına ilk binen delikanlı. “Eğer becerebilirsem, kaslarına bir bakacağım.” Mızrağının ucunu sıkıca kavrayarak kaplumbağanın kabuğunu kanırtıp aralamaya çalışmış. Aynı işi diğer delikanlılar da yapmaya kalkmışlar. Buna karşın su kaplumbağasından canının yandığına dair hiçbir refkleks gelmiyormuş.

Savaşçı grubunun şefi: “İnin aşağıya!” demiş arkadaşlarına. “Bunun yanında yürüyebiliriz ve bizim gittiğimiz yolu izlediği sürece ona eşlik edebiliriz; ama yaralanamayacak veya kendisiyle oyun oynanamayacak kadar güçlü bu. İnin aşağı ve benimle birlikte yürüyün!”

Su kaplumbağasının sırtındaki delikanlılar kendi aralarında tartışmaya başlayarak fikir çatışmaları yaşamışlar. Bazıları bunun iyiye delalet olduğunu düşünürken bazıları da kaplumbağanın tehlikeli bir güç olduğu kanısına varmış.

Bu sırada kaplumbağanın sırtına yapıştıklarını anlayan grup taştan yapılmış balta ve mızraklarıyla ona saldırmaya başlamışlar. Hayvanın gücünü kırmaya çalışıyorlarmış; fakat olan onları elindekilere oluyormuş. Bunu üzerine kırk dokuz delikanlı liderlerine seslenmiş: “Kurtar bizi. Yardım et bize.

Savaşçı grubumuzun şefi sensin ve bu yaratıktan bizi kurtarmak sana düşer.

Şef, kaplumbağaya:” Dur, ne olur, dur!” demiş. “Bırak da kardeşlerim insinler, sonra da sen kendi yoluna gidene kadar burada bekleriz. Seni yaraladıkları için üzülüyorlar. Affet onları, acı onlara. Sen onlardan daha güçlüsün.

Bırak da bu zavallılar serbest kalsınlar ve seni sonsuza dek onurla ansınlar. Senin için Güneş Dansı yapsınlar.” Su kaplumbağası yavaş yavaş ilerlemeye devam etmiş. Şef de ağlaya yavlvara yanlarında yürüyormuş; ama delikanlılar kurtulamıyorlarmış.

Bir süre sonra hepsinin gölgesi kendi önlerinde uzamaya başlamış; çünkü artık gün sona ermek üzereymiş. Şef, önlerinde bir su birikintisi görmüş ve kaplumbağa da oraya doğru ilerliyormuş. “Dur!” diye yalvarmış Şef, “Bırak da akılsız arkadaşlarım insinler. Acımanla gücünü bize göster!” Buna karşı su kaplumbağası sürüne sürüne devam etmiş.

“Sizin için yapabileceğim her şeyi yaptım.” demiş Şef, “Size olağanüstü bir şey göründü; ama ona saygı duymadınız. Şimdiyse cezalandırılacaksınız; çünkü yüreklerinizde yanlış şeyler düşündünüz. Ben, hiçbir şeyi değiştiremem.”

Su kaplumbağasının göle doğru götürdüğü delikanlılar, “Kampa dön!” demişler, “Yapabileceğin şey yalnızca bu, kampa dön. Neler olduğunu halkımıza anlat. Ailelerimize onları sevdiğimizi ve kendilerine ağlayacağımızı söyle. Onlar da bizler için ağlasınlar, yasımızı tutsunlar.”

“Yapabileceğim tek şey bu.” dmeiş kabile şefleri. Vedalaşırken elini kaldırmış. “Bütün bu olanları ve sizlerin yasını tutmalarını onlara söyleyeceğim.”

Su kaplumbağası göle adımını attığında arkadaşlarının da hepsi şeflerine el sallayarak veda etmişler. “Geri dön”, diye rica etmişler. “Ve neler olduğunu kardeşlerimize anlat. Gelecek sene bu vakitte onları buraya getir de, burada, bu yerde bizim için yas tutsunlar.”

Kaplumbağa onları aşağıya, suyun derinliklerine doğru götürmüş.

Şef tek başına ve elleri boş olarak kampa döndüğünde herkes onu karşılamak için koşmuş. “Oğullarımız nerede? Kardeşlerimiz nerede?” diye bağırıp “Sen yalnızsan ve onlar da öldüyse mutlaka büyük bir savaş olmuştur. Neler olduğunu anlat bize.” demişler.

Şef üzüntüyle: “Savaş olmadı.” demiş. “Güçlü ve gizemli bir şey tarafından kaçırılıp götürüldüler. Neler olduğunu sizlere anlatacağım. Dinleyin.”

Böylece anlatmaya başlamış ve o anlatırken kamp halkı daha önce hiç yapmadıkları bir biçimde ağlaşmış ve yas tutmuş. Şef konuşmasını bitirdiğinde kamp halkı, “Gelecek sene İlkbahar’ da hepimiz seninle gelecek ve oğullarımızın, kardeşlerimizin bizden istediği gibi, gölün kıyısında yas tutacağız.” demiş.

İlkbahar’ da otlar iyice kalınlaştığı ve boyları atların ard ayakbileklerinin boyuna ulaştığı, her tarafa sular yürümeye başladığı zaman, bütün köy yola koyulmuş. Kazıklı Ovalar’ ın kenarlarına doğru yol almışlar. Şef, arkadaşlarının kaybolduğu göle doğru giden işaretli patikayı bulmuş. Gölü bulamamış; ama bir zamanlar büyük bir gölün bulunduğu yere gelmiş. Eski gölün yatağının ortasında, toprağın derinliklerine doğru inen derin bir çukur varmış ve bu çukur; kemiklerle doluymuş.”

O göl yatağı ve kemikler bugün bile oradadır.

“Daha sonra bütün kabile halkı kurumuş gölün kıyısında yüklerini indirerek orda yas tutmaya başlamış. Kemiklerin, kaplumbağanın suyun dibine götürdüğü kırk dokuz delikanlının kemikleri olduğunu biliyorlarmış.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder