Üç Sınav (Meksika Masalları)

Üç Sınav

Bir zamanlar çok zengin bir adamla bu adamın okul çağında bir oğlu vardı. Ne var ki, oğlan ders çalışmayı sevmiyordu. Babası onu mektepte sanırken o başka işlerle uğraşırdı. Ne olursa olsun, oğlanın gönlünde yatan bir düş vardı, ama bunu açıklamak güç geliyordu ona, çünkü babasının bu düşüncesine karşı çıkacağını iyi biliyordu. Keyifli bir gün tüm cesaretini toplayıp konuştu:

“Baba” dedi, “ben okulu sevmiyorum.”

“Nasıl olur yavrum! De bakalım, neden sevmiyorsun okul? Senin gittiğin okul çevremizdekilerin en iyisi. Çalışırsan doktor olursun, profesör olursun, mühendis olursun.”

“Baba, üzüleceksin biliyorum, ama benim bir hayalim var.”

“Nedir, öyleyse, bakalım senin hayalin?”

“Şey.. Ben hırsız olmak istiyorum.”

“Nasıl! Ne diyorsun sen? Benim oğlum hırsız olacak ha= Akrabalarımız ne der? Hayır! Olamaz!”

“Evet baba, ben bunu istiyorum. Okumayı sürdürmek istemiyorum. Çünkü bir işe yaramayacak. Hiçbir şey öğrenecek de değilim.”

“Bak yavrum, ne dersin, senin vaftiz babana gidip danışalım mı? Böylece onun görüşünü de almış oluruz. Olur ya, belki fikrini değiştirmene yardımcı olur.

Oğlanın vaftiz babası köyün en saygın, en önemli kişisiydi. Baba oğul vaftiz babasının evine doğru yola çıktılar. Varınca onu selamlayıp gelişlerinin nedenini açıkladılar.

“İşte böyle böyle, sayın oğuldaş*” dedi babası.

“Vaftiz evladının düşüncesini değiştirmesi için bana yardım etmenizi diliyorum.”

“Bak oğlum” dedi vaftiz babası, “Senin bu istediğin iyi değil. Sana çiftliğimi vereyim, onu dilediğin gibi yönet, ne dersin? Böylece oranın efendisi olursun.”

“Sağol, pederim, ama ben bunu istemiyorum. Hırsız olmak istediğimi size söyledim. Olacağım da.”

“Bak sen şu işe! Görüyorum ki fikrini değiştirmeye hiç niyetin yok. Hırsız olmanın pek de kolay olmadığını sana hatırlatırım. Hırsız dediğin çevik olmalı, eli çabuk olmalı. Çalıp çırpmasını iyi bilmeli. Ayrıca birçok riski de göze almalı.

“Evet pederim, ama biri bir işi severse o işi hevesle yapar, ben de bu işi böyle hevesle yapacağım.”

“Bak evladım, senin bu işi gerçekten isteyip istemediğini anlamak için, seninle üç sınav yapacağız. Bu sınavları geçersen, işte o zaman iyi yetişmiş bir hırsız olursun.”

Vaftiz babası bir süre düşünüp sessiz kaldı, sonra şöyle dedi:

“Önce şimdi ilk sınavı yapalım. Kuzucuğa yem vermek için adamlarımdan birini göndereceğim. Sen de onun elinden bu kuzucuğu alacaksın. Ama sakın vurmak dövmek yok ha! Hadi, ben de seni burada bekleyeceğim.”

Vedalaşıp ayrıldılar. Her biri kendi yolunu tutup, kendi işine yöneldi. Çiftlik sahibi adamlarından birini çağırtıp ona, “Bak sen şu kuzuyu alıp karşıya yamaca otlatmaya götüreceksin. Çok dikkatli ol! Çünkü biri gelip onu senin elinden kapmaya çalışacak. Sen o gelenden daha kurnaz olmalısın.”

“Olur bey, sen hiç merak etme.”

Adam kuzuyu alıp tepeye yollandı. Hırsız olmak isteyen çocuk onu yamacın çıkışında bir çift yeni ayakkabı ile bekliyordu. Yoldan doğru yaklaştığını görür görmez, ayakkabının sol tekini alıp patikanın ortasına savurduktan sonra bir köşeye saklandı. Kuzuyu getiren adam oraya varınca, yerdeki ayakkabıya baktı, eline alıp inceledi, “Pek de güzelmiş, yazık ki yalnız bir teki var. Tek pabuç ne işe yarar ki” deyip ayakkabıyı yine yere attı.

Oğlan saklandığı yerden ayrılıp, kestirmeden koşarak, az daha yukarı tırmandı. Adamın geçeceği yere ayakkabının öbür sağ tekini bıraktı. Yine saklanıp gelmesini bekledi.

Adam oradan geçerken ayakkabının sağ tekini görünce hayıflandı, “Ne aksilik! İşte ayakkabının öbür teki de burada. Niye ötekini almadım ki yanıma? Şimdi gidip getireyim bari.”

Kuzuyu taşıyıp durmamak için, bir ağaca bağlayıp tepeden aşağı birinci teki almaya seğirtti. Tabi, geri geldiğinde, kuzucuğun yerinde yeller esiyordu. Doğruca patronun evine gidip olanı biteni anlattı.

“Üzülme” dedi çiftlik sahibi, “Sana bir ceza vermeyeceğim. Seni uyarmıştım, ama yine de soyuldunsa, yapacak bir şey yok!”

Böylece bizim oğlan ilk sınavı kazanmış olarak vaftiz babasının önüne geldi.

“Pekala evlat, birinci sınavı geçtin. Şimdi sıra ikinci denemede. Beni iyi dinle! Birçok askerin koruması altında üç katır yükü para göndereceğim. Bu parayı kimseye bir fiske vurmadan çalmalısın. Çok dikkatli ol! Çünkü şüpheli kimi görürlerse ateş etmeleri buyruğunu verdim.”
Askerlerin ne zaman nereden geçeceği konusunda da anlaşmaya vardılar. Vedalaşıp ayrıldılar. Her biri kendi yoluna gitti. Bey askerleri çağırıp onlara buyruklar verdi, “Bu para yüklü katırları çiftliğime götüreceksiniz. Gözünüzü açın, çünkü buralarda bir hırsız var. Kuşkulu kimi görürseniz beklemeden ateş edin!”

“Tamam patron, emirlerinizi en iyi şekilde yerine getireceğimize güvenebilirsiniz.”

Oğlan askerlerin geçeceği yolu inceleyip, kargaşa çıkarabileceği bir yer arayıp buldu. Sanki satmak içinmiş gibi, birkaç varil şarap hazırladı. Askerler oraya gelince oğlan onlar için koca koca bardakları şarapla doldurup bekledi.

“İyi akşamlar” diye askerlerden biri yanaştı. Bize biraz yiyecekle içmek için su satar mısın? Yolumuz uzun, hepimiz çok susadık.”

“Tabi satarım” dedi oğlan, “Ama suyum yok. Elimde yalnız bu şarap kaldı. Bu sizin yorgunluğuna iyi gelir.”

“Olmaz, olmaz. Şarap bizim kanımızı ısıtır, sonra paraları yitiririz. Bize buralarda hırsızların gezdiğini söylediler.”

“Yok canım! Ben hep buradayım, hiçbir şey olduğu yok. Buradan çok yabancı geçer, kimse de onlara bir kötülük etmez.”

“Askerler o tatlı şaraptan ufak ufak devirmeye başladı. Yavaş yavaş bilinçleri bulanıklaştı. Birer birer yıkılıp sızdılar. Oğlan da onların tüfeklerini toplayıp para dolu üç katırı aldı götürdü. Katırları vaftiz babasının evine çekip, zavallı şaşkın efendiye sundu.

“Ne iyi, ne iyi! Ya peki benim askerlerim nerede kaldı?”

“Oralardadırlar, sayın pederim, az sonra gelirler.”

“Şimdi senin önünde üçüncü ve son sınav kalıyor. Bu en zoru, en korkulusudur. Sakın ola ki, kendine fazla güvenmeyesin!

“Siz bana yapacaklarımı söyleyin yeter, sayın yederim.”

“Şimdi sen benim yattığım şiltemin altında serili çarşafı çalacaksın. Ama gözünü dört aç, evin her köşesine nöbetçi dikeceğim. Ne görürlerse ateş edecekler.”

“Olur pederim, son denemeyi de yapmaya hazırım.”

Öyle de oldu. Oğlanın vaftiz babası evi beklesinler diye dört bir yana nöbetçiler yerleştirdi. Onlara genç bir adamın gelip hırsızlık yapacağını, tetikte olmalarını, görürlerse hemencecik ateş etmelerini tembihledi.

Bu işler yapıladururken oğlan elbiselerinden çıkardığı kumaşları dikip bir bez bebek yaptı. İşi bitirince vaftiz babasının evine doğru yola çıktı. Köşeye vardığında, askerler görsün diye başını uzatıp sonra geri çekiverdi. Az bekledikten sonra, bu kez bebeğin başını köşeden uzattı. Askerler yine onun başı sanıp ateş etti. Sonra bebeğin yere düştüğünü görünce beyefendiye haber vermeye koştular. Onlar yokken bizimki de hemen eve daldı. Bey olanları haber alır almaz, acele hanımına seslenip:

“Bana şiltemin altındaki çarşafı getir” dedi.

Ama pek doğal olarak çarşaf yerinde yoktu. Çünkü bizim oğlan onu yürütmüştü. Hanım çarşafı arayıp bulamayınca kocasına koşarak durumu anlattı.

Beyefendi boynunu eğip başını salladı:

“Şu çocuk bize ne güzel oyun oynadı! Benim vaftiz oğlum haklıymış. Hırsızlık tam onun mesleği. Ben fikrini değiştirsin diye elimden geleni yaptım. Ama o benden akıllı çıktı. Elden ne gelir!

Böylece öz babası da vaftiz babası da anladılar ki, bu çocuk ne istediğini biliyor. Bildiler ki, insanlar diledikleri yolda gider. Zorla güzellik olmaz.

(Derleyen: Hugo Rios Mendoza
Bildiren : Agustin Rios Hernández
Yöre : Tres Hermanos, Mplo. De Cintalapa, Chiapas.)
(Meksika Masalları, Okyanus yayınları)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder