Bağlı Çocuklar (Sioux Efsaneleri)

Bağlı Çocuklar

Bir zamanlar büyüğü kız, küçüğü erkek, iki çocuğu olan dul bir kadın yaşarmış. Kadın uzun bir süre kocası için yas tutmuş. Saçını kesmiş, düğmelerini iliklememiş, yüzünü ne boyamış ne yıkamış.

Aynı köyde büyük bir şef yaşarmış. Evlenme çağına gelmiş tek bir oğlu varmış. Şef oğlunu evlendirmek istiyormuş ve köydeki bütün genç kızlar da şefin oğlu ile evlenmeye hazırmış. Ama genç onların hiçbirini istemiyormuş.

Dul kadın şöyle düşünmüş: “Kocam için yas tutup çocuklara bakmaktan yoruldum. Yasımı bırakıp boyanırsam belki şefin oğlu benimle evlenmek ister.”

Böylece iki çocuğunu bırakıp kaçmış, nehre inmiş ve bu içerisinde yıkanmış. Yasın bütün izlerinden kurtulunca boyanmış, süslenip püslenmiş ve şefin çadırına yollanmış. Şefin oğlu kadını görünce aşık olmuş ve düğün şerefine hemen bir ziyafet düzenlenmiş.

Dul kadının kızı terk edildiğini anlayınca acı acı ağlamaya başlamış. Bir iki gün sonra küçük kardeşini kollarına almış ve köyün bir ucunda yaşayan yaşlı bir kadının çadırına gitmiş. Yaşlı kadının düşük tepeli çadırı ağaç kabuklarıyla kaplıymış ve giysileri eski çadır bezindenmiş. Ama kadın kimsesiz iki küçüğe karşı merhametli davranmış ve çadırına almış.

Küçük kız annesini bulmaya çok istekliymiş. Yaşlı kadın ona, “Sanırım annen yüzünü kırmızıya boyamıştır. Onu bulmaya çalışma. Eğer şefin oğluyla evlenen oysa sizi yüklenmek istemeyecektir” demiş.

Yaşlı kadın haklıymış. Kız nehre gitmiş ve buzda açılmış bir delik ile çevresinde annesinin vücudundan temizlediği kirleri bulması bunan inanmasına yetmiş. Kız kirleri toplayıp kalkmış. İlk deliğin hemen yakınındaki ikinci bir buz deliğine gelmiş. Burası çok kirliymiş, ama ilki kadar değilmiş. Üçüncü delikteki buz ise temizmiş.

Kız artık annesinin yüzünü kırmızıya boyadığına iyice inanmış. Şefin çadırına gitmiş, kapıyı açıp içeri girmiş. Annesi şefin oğluyla birlikte düğün sofrasında oturuyormuş.

Kız annesine doğru gitmiş ve kirleri yüzüne fırlatmış.

“Bu, bakıma muhtaç çocuklarını terk ettiğin ve kocanı unuttuğun için” demiş.

Ve annesi birden çirkin bir kocakarı haline gelmiş.

Bunun üzerine kız şamata gürültü arasında çadırdan çıkıp yaşlı kadının yanına gitmiş. Şef kızla kardeşini yakalayıp getirsinler diye savaşçıları göndermiş. Öfkesinden kuduracak gibiymiş.

“Çocukları kementlerle bağlayın ve açlıktan ölmeye bırakın. Köy göç edecek” demiş. Şefin oğlu belki bir yolu bulunur da düzelir, tekrar gençleşir umuduyla karısını da yanına almış.

Köydeki herkes göç için hazırlanmış; yaşlı kadın kızın yanına gelip şöyle demiş:

“Eski çadırımın yerinde bir çukur kazıp içinde bir demir parçası, çakmaktaşı ve kurutulmuş et olan bir kap gömdüm. Sizi iyice bağlayacaklar. Ama gitmeden önce gelip seni bıçaklarmış gibi yapacağım, ama aslında ellerindeki ipi keseceğim, böylece göç gözden kaybolur kaybolmaz kendini iplerden kurtarabilirsin.”

Ve böylece göç başlamadan önce yaşlı kadın çocukların bağlı olduğu yere gelmiş. Elinde bir sopayla mızrak gibi tutturulmuş bir bıçak varmış. Çocukların önüne oturmuş ve yüksek

Sesle haykırmış: “Kendi anasını utandıran seni cadı kaz, sen verilecek her türlü cezaya layıksın. Ama yine de açlıktan ve susuzluktan ölmene gönlüm razı olmaz. Seni baştan öldürmek daha iyi!” Ve sanki kızı öldürüyormuş gibi sopayı birkaç kez kıza değdirmiş, ama aslında ipleri kesmiş.

Göç başlamış, ama çocuklar ertesi gün olana kadar yerde yatmaya devam etmiş. Sonra kımıldanmaya başlamışlar. Kız kısa sürede kendini kurtarmış, sonra kardeşini çözmüş. Yaşlı kadının söylediği yere gidip demir parçasını, çakmaktaşını ve kurutulmuş eti bulmuşlar.

Kız, kardeşine bir okla yay yapmış, çocuk da bunlarla kuş vurmuş. Çocuk büyüdüğünde iyi bir avcı olmuş. Zengin olmuşlar. Üç büyük çadır yapıp birinin içini kurutulmuş etle doldurmuşlar.

Bir gün erkek kardeş dışarıda avlanırken çok yakışıklı bir yabancıya rastlamış, yabancı selam verip şöyle demiş:

“İyi bir avcı olduğunu biliyorum, çünkü seni izliyordum; kız kardeşin de çok becerikli. Onunla evlenmeme izin ver. O zaman ikimiz kardeş olur, beraber avlanırız.”

Kızın kardeşi eve dönmüş ve genç yabancının söylediklerini anlatmış.

“Kardeşim, ben evlenmek istemiyorum” demiş kız. “Seninle mutluyum.”

“Ama evlenirsen daha mutlu olursun” demiş kardeşi, “Hem genç yabancı bir ailesi olduğundan da bahsetmedi, zaten bu durum halinden tavrından anlaşılıyor.”

“Tamam, madem istiyorsun, evleneceğim” demiş kız. Böylece yabancı çadıra gelmiş ve kızın kocası olmuş.

Bir gün çadırda otururlarken başlarının üstünde bir karga uçup yüksek sesle gaklamış:

“Gak, gak, çocukları terk edenlerdin hiç eti yok.”

Kız, kocası ve kardeşi hep birden ayağa kalkıp bakışmışlar.

“Ne demek istedi” diye sormuşlar birbirlerine. Gidip Unktomi’yi (örümcek) bulalım. Tam bir bilgedir o, ne olduğunu anlayacaktır.”

Genç kız eklemiş, “Ben de onun için iyi bir yemek hazırlayayım, her zaman açtır çünkü.”

Unktomi geldiğinde kendisi için hazırlanan ziyafeti görünce sarı ağzı iştahla açılmış. Yemediğini yedikten sonra ona karganın söylediklerini anlatmışlar.

“Karga sizi bağlayıp terk eden köylülerle şefin kötü duruma düştüğünü anlatmak istemiş. Yiyecek bulmakta zorlanıyorlarmış.”

Kız bunu duyunca en iyi etten bir paket hazırlayıp kargaya seslenmiş.

“Bunu aç köylülere ver” demiş.

Karga paketi gagasıyla almış, aç köylülerin olduğu yere uçmuş ve paketi şefin çadırının üstüne bırakmış. Şef dışarı çıktığında karga yüksek sesle:

“Gak, gak,

Terk ettiğiniz çocukların bir sürü eti var, terk edenlerin hiçbir şeyi yok.”

“Ne demek istiyor acaba” diye merak etmiş köylüler.

“Unktomi’yi çağıralım” demiş biri, “Tam bir bilgedir o, bize ne olduğunu söyler.”

En büyük parçayı Unktomi’ye ayırarak eti aralarında bölüşmüşler.

Unktomi gelip yemeğini yedikten sonra kuşun ne demek istediğini sormuşlar.

“Terk ettiğiniz çocukların çadırlarının hepinize yetecek kadar etle dolu olduğunu kast etmiş” demiş, Unktomi.

Köylüler bu haberle şaşkına dönmüş. Şef bunun doğru olup olmadığını anlamak için yedi genç çağırmış ve onları ne olup bittiğini anlamaya göndermiş. Gençler üç çadırın yanına varınca henüz avlanmaya çıkmış olan erkek kardeşler kızın kocasına rastlamışlar (artık sadece spor olsun diye avlanıyorlarmış.)

Kızın kardeşi yedi genci üçüncü, yani kutsal çadıra davet etmiş, gençler tütün içtikten ve külleri bir bufalo kemiğine koyduktan sonra erkek kardeş yemeleri için et vermiş, eti hemen iştahla silip süpürmüşler. Ertesi gün hepsinin eline et paketleri vermişler ve,”Bu etleri köylülere götürün ve buraya gelmelerini söyleyin” demişler.

Gençlerle köylülerin dönmelerini beklerken kız iki paket et hazırlamış, birine en iyi etleri, diğerine karaciğerleri, çok kurumuş ve sert et parçalarını koymuş.

Birkaç gün sonra kafile görünmüş. Genç kadının annesi kapıyı açıp haykırarak içeri koşmuş: “Oh sevgili kızım, seni gördüğüme ne kadar sevindim.” Ama kız onu soğuk karşılamış ve yemesi için kurumuş ciğer paketini vermiş. Ama çocukları koruyan yaşlı kadın geldiğinde onu sevinçler karşılamış, nine diye seslenmiş ve ona en iyi etlerle ebegümeci vermiş.

Sonra bütün köy kamp kurup kış boyunca bahara kadar depolanmış etleri yemiş; ama etler o kadar çokmuş ki, bahar geldiğinde hâlâ bitmemiş.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder