Taş Oğlan
Kızılderililerin eski büyük günlerinde, bir kız ve beş erkek kardeş yaşardı. İnsanlar o zamanlarda yiyecek aramak zorundaydı, bu onların temel sorunuydu. Kız yemek pişirip elbise dikerken, erkek kardeşleri günlerini avlanarak geçiriyormuş.
Bir gün aile çadırlarından çıkarak bir kayalığın yamacına bir kanyona kadar yürüdüler. Bu garip ve sessiz bir yerdi ama bir dere vardı ve avlanmak kolaydı. Kanyon yazın serindi ve kışında rüzgarı kesiyordu.yine erkekler avlanmaya çıktığında kızkardeşleri de onları bekliyordu. Beklerken sesleri dinliyordu. Bazen ayak sesleri duyduğunu sanıyor, ama dışarı çıkınca kimseyi göremiyordu.
Sonra bir gece beş kardeşten sadece dördü dönmüş avdan.hepsi de ona ne olduğunu merak ettiğinden sabaha kadar uyuyamamışlar. Sonraki gün ise avdan üçü dönmüş. Yine hiçbiri gözünü bile kırpmamış. Sonraki gece ikisi dönünce hepsi de çok korkmuş.
O günlerde kızılderililerin kutsal törenleri veya onlara yol gösterici duaları yokmuş, bundan dolayı kızın ve kardeşlerinin bu büyülü yerde geceleyin beklemesi çok zormuş.yine kardeşler sabah çıkmışlar ve biri dönmüş geceleyin. Kız ağlamış ve ona evde kalması için yalvarmış. Fakat kızın en çok sevdiği en genç olan kardeş te yiyecek bulmak için sabahleyin ava çıkmış. Diğerleri gibi o da dönmemiş. Hiçbiri kıza ne yiyecek ne içecek getirmiş, ne de onu korumuş.
Ağlayarak kız kayanın yamacından ayrılmış ve tepeye çıkmış. Ölmek istiyormuş ama bunu nasıl yapacağını bilmiyormuş. Sonra yerde yuvarlak bir çakıl taşı görmüş. Onun kendisini öldüreceğini düşünmüş, yerden almış ve onu yutmuş.
Kalbinde iyilikle çadıra dönmüş. Biraz su içmiş ve midesinde bir hareket hissetmiş, taş ona sakin olmasını söylüyormuş. Rahatlamış ama kaybolan kardeşlerinden dolayı uyuyamıyormuş.
Sonraki gün biraz pemmican ve çilek dışında bir şey yememiş, çünkü kendini aç hissetmiyormuş. Biraz da dereden su içmiş. Bir ziyafette olduğunu düşünerek şarkı söyleyerek yürümüş. Sonraki gün daha önce olmadığı kkadar mutluymuş.
Dördüncü gün yalnızdı ve kendini üzgün hissetti. Son şimdi geliyor diye düşündü, şimdi öleceğim. Kaygılanmadı ama öleceği yerde küçük bir oğlan doğurdu.
Ben bu çocuğu ne yapacağım? diye düşündü. Bu nasıl geldi? Herhalde yuttuğum taştan olmalı.
Çocuk parlayan gözleriyle oldukça güçlü görünüyordu. Buna karşın kız kendini zayıf hissediyordu, yeni hayatı, oğlunu koruması gerekiyordu. Kız ona İyan Hokshi, yani Taş Oğlan adını verdi ve ona kardeşlerinin elbiselerini giydirdi. Günler geçtikçe çocuk büyüdü, normalden on kat daha hızlı büyüyordu ve mükemmel bir vücuda sahipti.
Anne bebeğinin büyük güçlere sahip olduğunu biliyordu. Bir gün çocuk çadırın dışında oynarken kendine yay ve oklar yaptı. Anne okların ucundaki yontulmuş taşlara bakarak çocuğun onları nasıl yaptığını düşündü. belki kendinin taş olduğunu ve benim onu yuttuğumu biliyor diye düşündü. Onun sert bir doğası olmalı.
Bebek hızla büyüyüp yürümeye başlamıştı, saçları uzadı ve olgunlaşınca annesi onu diğer kardeşleri gibi kaybedeceğinden korkmaya başladı. Sık sık ağlıyordu ve çocuğun neden sormadığını düşünüyordu, çocuk biliyor gibiydi.
Çok sonra çocuk avlanmak için yeterli olgunluğa erişince ve annesi onu görünce daha da kaygılandı. Taş çocuk çadıra girdi ve anne ağlama dedi.
Annesi beş tane amcan vardı dedi. Fakat avlanmaya çıktılar. Birbirini izleyen günlerde hiçbiri geri dönmedi. Ve onun doğumunu hatırladı, tepeyi nasıl tırmandığını ve taşı nasıl yuttuğunu, içinde kıpırdıyan şeyi nasıl hissettiğini.
Biliyorum dedi çocuk. Ve ben kardeşlerini yani amcalarımı aramaya gidiyorum.
Ama eğer dönmessen ben ne yapacağım? diye hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Döneceğim diye yanıtladı çocuk. Amcamlarla birlikte döneceğim hem de. Ben gelen kadar çadırdan çıkma.
Böylece ertesi sabah İyan Hokshi yürümeye ve etrafı izlemeye başladı. Akşama kadar uyumak için uygun bir yer bulana kadar dolaştı. Dört gün boyunca dolaştı ve dördüncü günün sonunda duman kokusu aldı. İyan Hokshi, Taş Çocuk kokuyu takibetti. Koku onu bacasından duman çıkan bir çadırın yanına getirdi.
Çadır çirkin ve haraptı. İyan Hokshi içeride yine çok çirkin olan yaşlı bir kadın gördü. Kadın onu gördü ve içeriye buyur etti.
Taş çocuk içeri girmekle beraber huzursuz ve biraz da tedirgindi.etrafa baktı ve çadırın duvarına dayanmış beş büyük bohça gördü ve merak etti.
Yaşlı kadın biraz ot kaynattı. Çocuk piştiği zaman out yedi ama beğenmedi. Sonra kadın ona uyuması için pis ve eski bir bizon derisi serdi, fakat çocuk bir tehlike olacağını sezinledi ve uyumamaya karar verdi.
Sırtım ağrıyor dedi kadın. uyumadan önce, keşke sırtımda yürüyerek masaj yapsaydın bana. Ben yaşlı ve yalnızım, ağrılarım için bana yardım edecek kimsem yok.
Uzandı ve Taş Çocuk onun sırtında yürümeye başladı. Bunu yaparken, kadının sırtının arkasındaki kürkün altında bıçak, mızrak ucu gibi keskin bir şeylerin olduğunu hissetti. belki onları amcalarımı öldürmek için kullanmıştır diye düşündü. Belki de bir yılandan aldığı zehiri koymuştur, evet öyle olmalı.
İyan Hokshi bunları düşünerek, becerebildiği kadar havaya sıçradı ve yaşlı kadının sırtına indi. Tekrar tekrar zıpladı, ta ki yaşlı kadın bitip tükenip kırık bir sırtla ölünceye dek.
Sonra İyan Hokshi hayvan derileriyle sarılmış ve sırımlarla ağızları bağlanmış bohçaların yanına geldi.onları çözdü ve ölmüş ve kurutulmuş etler gibi kurumuş, insana pek benzemeyen beş adamı buldu. Bunlar amcalarım olmalı diye düşündü, fakat onları hayata nasıl yeniden döndüreceğini biliyordu.
Çünkü çadırın dışında gri taşlarla çevrili bir kaya yığını vardı. Onları konuşurlarken buldu, onları anlayabiliyordu. İyan Hokshi, Taş Oğlan, sen de bizden birisin, bizden geliyorsun, Tunkadan geliyorsun, İyandan geliyorsun. Şimdi dikkatle dinle
Onların dediklerini dinledikten sonra, kubbeye benzer bir yığın yaptı söğüt dallarından. Onu yaşlı kadının bizon derisiyle kapladı ve içine kurumuş beş cesedi koydu. Dışarıda büyük bir ateş yaktı. Kayaları alevlerin sağına yerleştirdi, yaşlı kadını aldı ve ateşin içine attı.
Taşlar ateşten kızmaya ve kırmızılaşmaya başladıktan sonra, Taş Oğlan bir geyiğin boynuzlarını buldu ve yaptığı kubbeye onları tek tek taşıdı. Yaşlı kadınınbizonun iç derisinden yapılmış su kabını alarak içine su doldurdu. Sonra kurumuş insanları kubbenin içine koyduğu tasın etrafında daire şeklinde yerleştirdi.
İyan Hokshi kubbenin girişini bizon derisiyle kapattı, içerideki havanın çıkmaması ve içeriye de hava girmemesi için.kaptaki suyu ölülerin üstlerine boşalttı ve taşlara teşekkür etti: beni buraya getirdiğiniz için. Dört kez suyu döktükten sonra dört kez kapıyı açtı ve kapadı. Taşlarla konuştu. Suyu döktüğü zaman küçük oda buharla doldu, böylece bembeyaz bir sisten başka bir şey görünmez oldu. İkinci kez döktüğünde, bir canlanma, bir kıpırdanma hissetti. Üçüncü kez döktüğünde şarkı söylemeye başladı. Ve dördüncü kez döktüğü zaman bu ölü ve kuru şeyler de şarkı söylemeye ve konuşmaya başladılar.
Artık hayata döndüler diye düşündü Taş Oğlan. Şimdi onları görebilirim.
Kapıyı son kez açtığında buharın dışarıya, gökyüzüne uçarak tüybulut olduğunu gördü. Şenlik ateşi ve ayışığı ikisi de küçük tahta kubbenin içinde parlıyordu ve ışıkları içeride oturan beş genç adamı aydınlatıyordu. Hou lekhsi, sizler amcalarım oluyorsunuz dedi, onlar gülümsediler, hayata yeniden döndükleri için mutluydular. İyan Hokshi: bu annemin yani kızkardeşinizin- istediği şey. Bu onun dilediği şey.
Taş beni korudu ve şimdi de sizi koruyor diye ekledi. İyan, Tunka taş- Tunka, İyan. Tunkashila, Büyükbaba Ruh, ona tapınmayı öğreneceğiz. Bu kubbe, bu kayalar, bu ateş, bu su bunlar kutsal- bundan böyle bunları kullanacağız, bu yaptığımız ilk şeyden sonra: temizlik için, yaşamak için, wichosam için, sağlık için bunların hepsi bize yaşamamız için verildi. Şimdi bir kabile olmalıyız.
Şef Seattle'in Buyuk Baskana Yazdigi Mektup (1854)
-
*Şef Seattle'ın MektubuŞef Seattle'in Buyuk Baskana Yazdigi Mektup (1854)*
*Suquamish Kabilesinin lideri olan Sef Seattle 1786'da...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder